BASINDA YARGI HABERLERI 13.10.06[ METİN ÖZDERİN ]

My Photo
Name:
Location: ANKARA, Türkiye

Thursday, October 19, 2006

19 EKIM 2006 PERSEMBE GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI

OZDERIN,M.

msn : ozderin@hotmail.com

19 Ekim 2006 Tarihli ve 26324 Sayılı Resmî Gazete


MEVZUAT

YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ


BAKANLAR KURULU KARARLARI

2006/11033 Bazı Alanların Turizm Merkezi Olarak İlan Edilmesi ve Daha Önce İlan Edilmiş Bazı Turizm Merkezi Sınırlarının Yeniden Belirlenmesine İlişkin Karar

2006/11036 Nüfus Hizmetleri Kanununun Geçici 2 nci Maddesi Kapsamında Yapılacak Mal ve Hizmet Alımlarında Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Karar

2006/11052 Uyuşturucu Madde Yakalamalarında Ödenecek İkramiyelere Esas Teşkil Etmek Üzere, Her Türlü Uyuşturucu Maddenin Birim Miktarı İçin Uygulanacak Sabit Rakamların Tespit Edilmesine İlişkin 23/3/2005 Tarihli ve 2005/8647 Sayılı Kararnamenin Eki Karar’da Değişiklik Yapılmasına İlişkin Ekli Karar

2006/11053 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 Tarihlerinde Meydana Gelen Depremler Nedeniyle İşyerleri Yıkılan veya Ağır Hasar Gören Hak Sahiplerine Verilmek Üzere Düzce İlinde İnşa Edilen 50 Adet Boş İşyerinin Huzurevi Binası Olarak Kullanılması Amacıyla Düzce İl Özel İdaresine Bedelsiz Olarak Devredilmesi Hakkında Karar

2006/11063 Ankara İli Nallıhan İlçe Emniyet Amirliğinin, İlçe Emniyet Müdürlüğüne Dönüştürülmesi Hakkında Karar

2006/11070 Tarım Sigortaları Havuzuna Devlet Tarafından Taahhüt Edilecek Hasar Fazlası Desteğine İlişkin Karar

2006/11085 4736 Sayılı Kanunun 1 inci Maddesinin Birinci Fıkrası Hükmünden Muaf Tutulacakların Tespitine Dair 28/1/2002 Tarihli ve 2002/3654 Sayılı Kararnamenin Eki Kararda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Karar

2006/11105 2007 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar

2006/11106 Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Bağlı Ortaklıklarının, 2007 Yılına Ait Genel Yatırım ve Finansman Programının Tespiti Hakkında Karar

BAKANLIKLARA VEKÂLET ETME İŞLEMİ

— Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN’e, Devlet Bakanı Mehmet AYDIN’ın Vekâlet Etmesine Dair Tezkere

— Sağlık Bakanlığına, Devlet Bakanı Mehmet AYDIN’ın Vekâlet Etmesine Dair Tezkerenin İptali Hakkında Tezkere

ATAMA KARARLARI

— Başbakanlık, Devlet Bakanlığı, Adalet, İçişleri, Bayındırlık ve İskan, Tarım ve Köyişleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik ile Çevre ve Orman Bakanlıklarına Ait Atama Kararları

YÖNETMELİKLER

2006/11058 Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik

— İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Teşkilat, Görev ve Çalışma Esasları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

— İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Hisse Senetleri Piyasası Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

— İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

— İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Kotasyon Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

— Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Gemi Makinaları İşletme Mühendisleri Odası Serbest Mühendislik, Müşavirlik Hizmetleri, Büro Tescil ve Mesleki Denetim Yönetmeliği

TEBLİĞLER

— İşverenler Tarafından Aylık Prim ve Hizmet Belgesinin İnternet Ortamında Sosyal Sigortalar Kurumuna Gönderilmesine (E-Bildirge Uygulaması) İlişkin Tebliğde Değişiklik Yapılması Hakkında Tebliğ

— Kamu İhale Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ


TCK 301'de değişiklik fırsatı

Adalet Komisyonu, hırsızlık ve yaralama olaylarına karışan kişilerin serbest bırakılmasını önlemek için Türk Ceza Kanunu'nda değişiklik tasarısını görüşmeye başladı. 301. maddede değişikliğin de gündeme gelmesi bekleniyor.


HIRSIZLIK ve yaralama olayına karışanların tutuksuz yargılanmasının toplumda yarattığı rahatsızlığı gidermek için hazırlanan TCK'da değişiklik öngören kanun tasarısı Adalet Komisyonu'nda dün görüşülmeye başlandı. Kanunun Komisyon’daki ya da Genel Kurul’daki görüşmeleri sırasında TCK 301'inci madde değişikliğinin de gündeme getirilmesi bekleniyor.

TBMM Adalet Komisyonu'nda dün 43 maddelik Bazı Kanunların Ceza Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi görüşüldü. Komisyon, yasa teklifinin 18 maddesini bazı değişikliklerle kabul etti. Toplantıda AK Parti Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ ve arkadaşlarının verdiği önergeyle hırsızlık ve yağma suçlarının cezalarında artışa gidildi. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 142, 148 ve 149'uncu maddelerinde yapılan değişiklikle, hırsızlık ve kasten adam yaralama suçlarına da tutuklu yargılama getirildi. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) tutuklama nedenlerini düzenleyen hükmünde değişiklik yapıldı. Büyük kentlerde artan hırsızlık ve yaralama olaylarına karışan kişilerin serbest bırakılmasının toplumda yarattığı rahatsızlık dikkate alınarak yapılan değişiklikle, 'silahla kasten yaralama, hırsızlık ve yağma' suçları, tutuklama kararı verilecek suçlar arasına eklendi.

CMK'da değişiklik yapılarak, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen suçlarda en çok altı ay olan tutukluluk süresi, bir yıla çıkarıldı. Bu süre, zorunlu hallerde altı ay daha uzatılabilecek.

Komisyonda olmazsa Genel Kurul’da

Tasarının görüşmeleri sırasında TCK'nın 301'inci maddesiyle ilgili değişikliğin de gündeme gelmesi bekleniyor. 301'le ilgili değişiklik önergesinin komisyonda gündeme gelmemesi halinde, Genel Kurul’da gündeme gelebileceği belirtiliyor.

HABER MERKEZİ

19.10.2006


Anayasa Mahkemisi taşınıyor
Anayasa Mahkemesinin yeni hizmet binası, PTT Genel Müdürlüğünün Ahlatlıbel´deki 63 dönüm arazisi üzerine yapılacak.
Beyaz renkli ve büyük camların hakim olduğu yeni binanın temeli, 29 Ekimde atılacak.Alınan bilgiye göre, Anayasa Mahkemesinin, yapımı planlanan yeni hizmet binası için PTT'nin Ahlatlıbel'deki arazisi tahsis edildi.Anayasa Mahkemesinin yeni hizmet binasının daha önce Devlet mahallesinde bir arsada yapılması planlanmıştı, ancak 19 dönüm olan arsanın yeni bina için yeterli olmayacağı düşüncesiyle bu arsadan vazgeçildi.Ulaştırma Bakanlığı ile yapılan görüşmeler sonucunda, PTT'ye ait Ahlatlıbel'deki 63 dönüm araziye Anayasa Mahkemesinin yeni hizmet binasının yapılması kararlaştırıldı.Anayasa Mahkemesi yeni binaya taşındıktan sonra, Çankaya'daki şu anda kullanılan bina PTT'ye devredilecek.
700 günde bitmesi planlanıyor
Yüksek Mahkemenin, yeni hizmet binasının temeli, 29 Ekim 2006'da atılacak.Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü'nce açılan ''Anayasa Mahkemesi Binası Mimari Proje Yarışması''nda birinci olan projeye göre yeni bina, 4 blok halinde dizayn edilecek. ''A'' blokta Başkan, Başkanvekili, üyeler ve raportörler, ''B'' blokta Yüce Divan, ''C'' blokta Uyuşmazlık Mahkemesi ve diğer idari personel, ''D'' blokta da sosyal alanlar yer alacak.Binada, Yüce Divan yargılamaları için 1500 metrekarelik alan ayrılacak, bu alanda sanık bakan ve bürokratlar bekleyecek, tutuklu sanık bekleme odaları da bu binada yer alacak.Yeni binada, 16 üye için toplam 25, raportörler için de 100 oda yapılacak.Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca yapılan projenin yapım ihalesini, 33 trilyon lira muhammen bedelle ''MDR'' adlı firma kazandı. Binanın, 700 günde teslim edilmesi planlanıyor.

İdari mahkemenin kararına jet itiraz
Belediye, idari mahkemenin, Göztepe Parkı’na cami planı hakkında verdiği durdurma kararına 5 gün içinde itiraz etti durdurma kararına itiraz eden belediye Büyükşehir belediyesi Göztepe Parkı’na camii ilişkin idare mahkemesinin aldığı yürütmeyi durdurma kararına beş gün içinde itiraz etti. İtiraz başvurusunda ‘Cami parkın küçük bir alanını kaplayacak’ denildi

İSTANBUL’DA Büyükşehir Belediyesi, Göztepe Parkı’na cami yapılmasına ilişkin İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin aldığı ‘Yürütmeyi durdurma’ kararına itiraz ederek caminin yapımında kararlı olduğunu ortaya koydu. Belediye’den yapılan açıklamada, İBB Meclisi’nin Göztepe Parkı’nda bulunan ve fidanlık alan olarak kullanılan bölüme cami yapma planı ile ilgili, mahkemece verilen yürütmeyi durdurma kararına itiraz edildiği belirtildi. Bölge İdare Mahkemesi’nin Kadıköy Belediyesi lehine 20 Eylül 2006’da kararı aldığı ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 25 Eylül 2006’da karara itiraz ettiği öğrenildi. Mahkemenin kararını, yeşil alanın tahrip olacağı yolundaki bilirkişi raporuna dayandırdığını hatırlatan belediye yetkilileri, söz konusu caminin parkın çok küçük bir alanında ve fidanlık olarak kullanılan bölümünde yapılacağını, bu yüzden yeşil dokuya zarar verilmesinin söz konusu olmadığını belirtilerek karara itiraz ettiklerini bildirdiler.
# GÜROL KENAR

Hükümet AİHM`ye başvursun
Avrupa Birliği hukuku uzmanı avukat Barış Kaşka, Fransa Parlamentosu`nca onaylanan sözde Ermeni soykırımının inkarını suç sayan yasa tasarısına karşı Türkiye`den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`ne yapılacak bireysel başvuruların, içtihata uygun olmaması nedeniyle mahkeme tarafından kabul edilmeyeceğini, kamuoyunun bu konuda yanlış bilgilendirilmemesi gerektiğini söyledi.
Avrupa Birliği hukuku uzmanı avukat Barış Kaşka, Fransa Parlamentosu`nca onaylanan sözde Ermeni soykırımının inkarını suç sayan yasa tasarısına karşı Türkiye`den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`ne yapılacak bireysel başvuruların, içtihata uygun olmaması nedeniyle mahkeme tarafından kabul edilmeyeceğini, kamuoyunun bu konuda yanlış bilgilendirilmemesi gerektiğini söyledi.
Kaşka, Türkiye`den bu konuda duyarlı insanların görüş, şikayet ve başvurularını Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi`ne iletmesinin etki yaratacağına inandığını belirtti. Kaşka, sözlerini şöyle tamamladı: ``Bu olayda devlet başvurusu, bireysel başvurudan daha önemlidir ve avantajlıdır. Çünkü devlet başvurularını AİHM hemen görüşmekle mükelleftir. Bunun için Türkiye bir an önce AİHM`e başvurmalıdır. Bu en akılcı yoldur. Alelacele hareket edilmemeli ve bu konuda yanlış adımlar atılmamalıdır. Türkiye, Hükümet kanalıyla AİHM`ye başvurusunu iyi yaparsa, öncelikle bu konuda daha önce yasayı çıkarmış ülkeler, daha sonra da Fransa, mahkum olacaklar.`

Kötü hata acilen vazgeç
Avrupa Birliği Dönem Başkanı Finlandiya'nın Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja'dan "Ermeni Soykırımı tasarısı" için Fransa'ya sert uyarı: "Tarihi gerçekler hakkında parlamentolar yasa yapmamalı. Fransa Meclisi soykırım tasarısıyla kötü bir hata yaptı ve bundan acilen vazgeçmeli."
AB'den Fransa'ya uyarı: Hatadan acilen vazgeçin
Fransa'yı uyararak, "Hatadan vazgeçilmesini" isteyen AB Dönem Başkanı, "Yasa koyucular bu tür konulara asla müdahale etmemelidir" dedi.
Avrupa Birliği Dönem Başkanı Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja, Fransa'yı bir kez daha uyararak, 'kötü hatadan acilen vazgeçilmesi'ni istedi. Fransa Ulusal Meclisi'nin "Ermeni soykırımını" reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul etmesine daha önce 'aptalca' diyen AB Dönem Başkanı, "Kayıtlara geçirmek için belirteyim ki soykırım kelimesinin o dönemde yaşananlar için abartılı olduğunu düşünmüyorum" ifadesini kullandı. AB Dönem Başkanlığı internet sitesinde yayınlanan günlüğünde "Tarihi gerçekler hakkında parlamentolar yasa yapmamalı" başlıklı bir yazı kaleme alan Finlandiya Dışişleri Bakanı Tuomioja, her ülkenin, her toplumun ve her dinin tarihinde karanlık sayfaların bulunabileceğini belirtti.
'TÜRKİYE HAZIR OLSUN'
Fin Bakan Tuomioja, "Tarih hiçbir şekilde tek bir gerçekle ya da bunu yasal kılıf bulunarak açıklanamaz. Yasa koyucular bu tür açık, kendini sorgulayan politika arayışına ve bunun sonucunda artan tartışma ortamına asla müdahale etmemelidir. Maalesef Fransa Ulusal Meclisi geçen hafta aldığı, Ermeni soykırımını inkarın cezalandırılmasını öngören kararda buna uygun davranmadı. Bence Fransa Meclisi kötü bir hata yaptı ve bundan acilen vazgeçmeli" dedi. Fransa'ya yaptığı 'acilen vazgeçin' çağrısının, 'Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye'de gerçekten ne yaşandığından bağımsız olduğunu' vurgulayan Bakan Erkki Tuomioja, Türkiye'nin de tüm bunları kabullenmeye daha hazır olmasını istedi. Parlamentoların ve hükümetlerin hiçbir şekilde tarihi gerçeklerle ilgili yasal çalışmalara girmemesi gerektiğini ve bunun meşru olmayacağını belirten Finlandiya Dışişleri Bakanı Tuomioja, "AB, Türkiye'ye defalarca Türk Ceza Kanunu'nun meşhur 301'inci maddesinin kaldırılması çağrısında bulundu. Bu yasaya dayanılarak Nobel Ödüllü yazar Orhan Pamuk ve adı fazla duyulmayan birçok Türk hakkında açıkladıkları fikirleri Türk devletine hakaret addedilerek soruşturma açıldı. Şimdi Türkiye'deki tutucu çevreler, AB tarafından yapılan bu tür çağrıları dikkate almayabilir ve Fransa'daki karşılaştırılabilir yasaya bakarak AB'nin böyle bir hakkının bulunup bulunmadığını sorgulayabilir" görüşünü dile getirdi.
FİKRET AYDEMİR - BRÜKSEL

KDV`de beyan süresi uzadı
Maliye Bakanlığı, Eylül 2006 dönemine ait katma değer vergisi beyannamelerinin verilme süresini, 26 Ekim akşamına kadar uzattı.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan imzasıyla yayımlanan KDV Sirküleri ile KDV beyannamelerinin teslim tarihinde, Ramazan Bayramı nedeniyle uzatıma gidildi. Beyannamelerin kanun gereği 20 Ekim`e kadar verilmesi gerekiyordu.

Sendika yönetimine seçilmede kolaylık...
AA- İşçi sendikası ve konfederasyonlarının zorunlu organlarına seçilebilmek için gerekli olan en az 10 yıl çalışmış olma şartı kaldırılıyor.
AK Parti Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl'ün başkanlığında toplanan TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu, Sendikalar Kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarısını görüştü.
CHP Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin, sendikalar kanununda yapılmak istenen bir maddelik düzenlemeyi olumlu bulduklarını, ancak Sendikalar Kanununda değiştirilmesi gereken birçok madde olduğunu belirtti.
CHP Ankara Milletvekili Bayram Meral, sendikalar ile grevli toplu iş sözleşmelerine ilişkin yasaları "12 Eylül yasaları" olarak nitelendirdi. 12 Eylül yasalarıyla Türkiye'nin yönetilmesinin bir demokrasi ayıbı olduğunu ifade eden Meral, "Seçim öncesi bu yasaları değiştireceğini söyleyen partiler, iktidar bile olsalar sonuca varamıyorlar. AB'nin "şu yasaları çıkarın" demesini mi bekliyorsunuz? Sendikalı olmak önceden işe alınırken aranan koşullar arasındaydı, şimdi işten atılma nedeni olabiliyor. Memurlara verilen hakların aynısı işçilere verilmeye başlandı" diye konuştu.
AK Parti Çorum Milletvekili Agah Kafkas, CHP'li Meral'in konuşmasını eleştirerek, sözlerine "Kapı kilitlendi balyoz getirin" diyerek başladı.
"Meral'in kan şekerinin düştüğünü" söyleyen Kafkas, yasal düzenlemeyle "bir arızanın giderildiğini" ifade etti. CHP'li Bayram Meral ise "Sen doktor musun? Benim kan şekerim yok" diyerek Kafkas'a karşılık verdi.
AK Parti Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi, "düzenlemenin tamiratta ve tadilatta hissedilen eksikliklerin giderilmesi için yapıldığını" ifade etti.
Görüşmelerin ardından benimsenen Sendikalar Kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin tasarıya göre, işçi sendikası ve konfederasyonlarının yönetim, denetim ve disiplin kurullarına seçilebilmek için gerekli olan en az 10 yıl çalışmış olma şartı kaldırılacak.

Türk Bayrağı Yasası'nda değişiklik teklifi...
Vatandaşların Türk Bayrağını izin almadan, istediği zaman ev ve iş yerlerine asmalarını öngören Türk Bayrağı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Başkanlığına sunuldu.
AA-AK Parti Konya Milletvekili Ahmet Işık tarafından hazırlanan kanun teklifinde, 2893 sayılı Türk Bayrağı Kanununun 3. maddesine "İş yeri, konut ve benzeri yerlere bayrak asılması izne ve süreye tabi değildir" ibaresinin eklenmesi öngörülüyor.
Teklifin gerekçesinde ise "Türk bayrağının sadece milli maçlar ile düğün törenlerinde değil, milli ve manevi duygularını ifade etmek isteyen her vatandaşımız tarafından istenilen zamanda ve herhangi bir izin almadan evde, iş yerinde ve benzeri yerlerde asılmasının sağlanması öngörülmektedir" denildi.

Bombalı kargoyla intikam

İZMİR`de, bir mermer fabrikasında işçi Musa Şenol (31), alacak verecek meselesi yüzünden Hasan Arslan`a içine el yapımı boru tipi bomba yerleştirdiği iki kargo kolisini gönderdiği gerekçesiyle Zekeriya Taşkın (25) ile birlikte yakalandı. Arslan`dan, kendisini dövdüğü ve zorla para talep ettiği için intikam almak istediğini itiraf eden Şenol`un gönderdiği ilk kolideki bombanın patlaması sonucu kargo şirketinde çalışan Mehtap Enç (18) yaralanmıştı. İki sanık adliyeye sevk edildi.
Turaç TOP, (DHA)

Öymen: "Hukuk mücadelesi başlatılmalı".

Ankara - CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, Fransa'nın aldığı sözde Ermeni soykırımını inkar edenlere hapis cezası öngören kararıyla ilgili zaman geçirilmeden kapsamlı bir hukuk mücadelesi başlatılmasını isteyerek, AİHM nezdinde Fransa'ya karşı devlet davası açılabileceğini söyledi.

Öymen, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında, bu yasa tasarısının uluslararası hukuka, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Fransız Anayasasına aykırı olduğunu belirtti.

MYK'da TCK'nın 301. maddesine yönelik tartışmaların da değerlendirildiğini belirten Öymen, hiçbir uluslararası insan hakları sözleşmesinde "aşağılama özgürlüğü" diye bir kavram bulunmadığını, Türkiye'den aşağılama özgürlüğü yasağının kaldırılmasının istendiğini söyledi.

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, bu maddenin değiştirileceği mesajı verdiğini ifade eden Öymen, "Hükümet, dış baskıların etkisiyle, Türkiye'yi aşağılamayı artık suç olmaktan çıkartma görüşünü benimsemiştir. Bunu kınıyor, ayıplıyoruz" dedi.

Hükümetin tavizkar tutumunun diğer bir örneğinin Kıbrıs'ta görüldüğünü ileri süren Öymen, Finlandiya planının arasında Magosa Limanı'nın 2 yıllığına AB denetimine ve Maraş'ın 2 yıllığına BM gözetimine açılmasının yer aldığını anımsattı.

Magosa Limanı'nın açılması halinde, KKTC'nin çok önemli bir egemenlik hakkından vazgeçmiş olacağını vurgulayan Öymen, "Magosa Limanı, TSK'nın lojistik ve destek limanıdır. Askeri boyutuyla da bu kadar büyük taviz verilmesi, ciddi sıkıntılar yaratır" diye konuştu.


Baba ile oğluna rekor ceza

A.A.

İzmir'de geçen yıl oynanan Karşıyaka-A.Sebatspor maçında polislere küfür ve hakaret ettikleri iddiasıyla yargılanan baba ile oğlu, 26 bin 150 YTL para cezasına çarptırıldı. Suçlamaları kabul etmeyen baba-oğul, avukatları Yavuz Oran aracılığıyla kararın temyizi için başvurdu.

Alsancak Stadı'nda 23 Ekim 2005 günü Karşıyaka ile Akçaabat Sebatspor arasında yapılan futbol maçında polislere küfür ve hakaret ettikleri iddiasıyla İzmir 23. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılanan Levent Yalçın (54) ile oğlu Mertcan Yalçın'ın (24) davası sonuçlandı.

Mahkeme heyeti, “kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret” ettikleri belirlenen baba ile oğlunun 525 gün para cezasına çarptırılmasına karar verdi. Levent Yalçın'ın, günlüğü 30 YTL'den olmak üzere 15 bin 750 YTL, oğlu Mertcan'ın ise günlüğü 20 YTL'den 10 bin 400 YTL para cezasına çarptırılmasına hükmedildi. Toplam 26 bin 150 YTL'nin 20 eşit taksitte ödeneceği, paranın ödenmemesi durumunda baba ve oğlun 1.5 yıl hapis yatacakları bildirildi.

Davanın sonuçlanmasının ardından Levent Yalçın, Karşıyaka Kulübü'nde değişik dönemlerde 4 kez yöneticilik yaptığını ve ilk kez böyle birşeyin başına geldiğini söyledi.

Mahkemede kendilerine yüklenen küfür ve hakaret suçuyla hiçbir ilgilerinin olmadığını ileri süren Yalçın, şöyle konuştu: “Karşıyaka-Akçaabat Sebatspor maçından çıkmıştık. Arkadaşımla yürürken arkadan bir gürültünün koptuğunu duyduk. Baktığımızda Karşıyakalı taraftarların polisler tarafından coplandığını gördük. Polislere (böyle de vurulmaz) derken arkamızda bulunan bir komiser (size mi düştü, ukalalık etmeyin yürüyün) dedi. Biz de (nasıl konuşuyorsun) dedik. Komiser (Karşıyakalı değil misiniz, hepiniz böylesiniz) dedi. Ben de daha önce Karşıyaka'da yöneticilik yaptığım için (nasıl konuşuyorsun sen, Karşıyakalı olmak suç mu?) dedim. Kimliğimi aldı ve beni karakola götürdü, oğlumun da orada olduğunu gördüm.

Karakolda bize 1 sayfa dolusu küfür içeren tutanak getirip imzalamamızı söylediler. Biz de bunları yapmadığımızı söyleyerek imzalamadık. Sonra avukatımı çağırdım. Mahkeme safhasında, maçta bizim yaptığımız iddia edilen 8 tane suç vardı. Bunlardan 7'sinin yalan olduğu ortaya çıktı. Ancak bu küfür olayından ceza aldık, davayı Yargıtay'a aksettirdik.”

'İŞLEMEDİĞİMİZ SUÇTAN CEZA ALDIK'

İşlemedikleri bir suçtan yargılandıkları davadan böyle bir sonuç çıktığını ileri süren Yalçın, “Diğer 7 suç gibi küfür olayı da polislerin yalanlarından birisi. Ödemesi mümkün olmayan bir para cezası. Yapmış olduğumuz bir eylem olsa bedelini öderiz. Üzerine basa basa yapmadığımızı söylüyoruz” dedi.

Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi son sınıf öğrencisi olan Mertcan Yalçın da polislere küfür ve hakaret etmediklerini, mahkemeden böyle bir sonuç çıkmasına çok şaşırdıklarını bildirdi.

Levent Yalçın'ın eşi Nevin Yalçın ise eşi ile oğlunun bu cezayı işlediklerine inanmadığını, verilen para cezasını ödemelerinin de mümkün olmadığını söyledi.

Bu arada maç günü küfür edildiği iddia edilen ve taraftarların taş atması sonucu çenesinden yaralanan başkomiser Bülent Karaca ile burnundan yaralanan polis memuru Eymen Ünalan'ın, Levent Yalçın ile oğlu Mertcan aleyhine manevi tazminat davası açacakları öğrenildi.

Öte yandan Karşıyaka-Akçaabat Sebatspor maçındaki olaylara karıştıkları belirlenen Levent Yalçın ile oğlu Mertcan'a, İzmir Olağanüstü İl Spor Güvenlik Kurulu tarafından “5149 sayılı sporda şiddetin önlenmesine yönelik yasa” gereğince spor müsabakalarına 6 ay giriş yasağı verildiği bildirildi.


50 hakime, ifade özgürlüğü dersi

TÜSİAD ve Bahçeşehir Üniversitesi tarafından ortaklaşa düzenlenen, AB destekli bir proje ile AİHM”nin hukukçuları tarafından, Türkiye genelinden seçilecek 50 hakimin, ifade özgürlüğü konusunda eğitileceği açıklandı.

TÜSİAD ve Bahçeşehir Üniversitesinin işbirliği ile Avrupa Birliği destekli olarak, 16 Ekimde başlamak üzere, “ifade hakkının uygulamaları ve kısıtlamaları” adlı proje çerçevesinde, Türkiye genelinden seçilecek 50 hakime meslek içi eğitim verilmesine karar verildi.

Düzenlenen seminerlerde, Avrupa Birliği ülkelerinden seçilecek 10 hukukçunun eğitim vermesi ve eğitim görecek hakimlerin 20’sinin Yargıtay tarafından, 30’nun Adalet Bakanlığı tarafından seçilmesi konusunda mutabakata varıldığı belirtildi. Bu seminerlerde Orhan Pamuk, Hrant Dink, Elif Şafak gibi yazarlar hakkında açılan dâvâların örnek dâvâ olarak irdeleneceği ifade edildi. Üç dâvâ ile ilgili, Avrupalı hukukçuların görüş bildireceği, bu dâvâlar kendi ülkelerinde olsa, dâvâların ne şekilde çözüleceği hususunun işleneceği belirtildi. Büyük Hukukçular Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Av. Kemal Kerinçsiz Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığı’na yazdığı dilekçede Türkiye genelinden seçilecek 50 hakimin, ifade özgürlüğü konusunda eğitilmesinin amaçlanması Anayasaya, Hakim ve Savcılar Yasasına, Türk Adalet Akademisi Yasasına ve genel anlamda milli egemenlik ilkesine ters düştüğünden ileri sürerek söz konusu projenin iptali istedi.


Kapkaça tutuklama

Meclis Komisyonu, birkaç yıl önce AB'ye uyum yasaları kapsamında indirilen tutukluluk sürelerini yeniden düzenledi. Buna göre, kapkaç ve hırsızlık suçlarına da tutuklama getirildi.

Kapkaça tutuklama

Meclis Adalet Komisyonu, birkaç yıl önce AB'ye uyum kapsamında indirilen tutukluluk sürelerini yeniden düzenledi. Ağır ceza dışındaki suçlarda tutukluluk süreleri 5 aydan bir yıla, uzatma süresi de 4 aydan 6 aya çıkarıldı. Polis ve kamuoyunun yoğun tepkisine neden olan kapkaççıların tutuklanmasının yolu da açıldı. Adalet Komisyonu, dünkü toplantısında, TCK'ya uyum kapsamında bazı yasalarda değişiklik yapılmasına ilişkin AKP'nin yasa teklifini ele aldı. AKP ve CHP'nin ortak önergeleri ile teklifte değişiklikler yapıldı. Buna göre, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıl olacak. Zorunlu hallerde bu süre 6 ay daha uzatılabilecek. Böylece toplam tutukluluk süresi 1.5 yılı geçemeyecek. Mevcut yasada tutukluluk süresi 6, uzatma da 4 ayı geçemiyordu. Değişiklikle tutukluluk süreleri 8 ay uzatılmış oldu. Bir başka değişiklikle "Silahla işlenmiş kasten yaralama suçları ile hırsızlık ve yağma suçları" da tutuklama gerektiren suçlar arasına alındı. Bu kapsamda, kapkaç zanlıları da tutuklu yargılanacak.

200
BİN DOSYA VAR
Yargıtay Başsavcısı Ramazan Özkebir bu tür suçlarda tutukluluk süresinin 6 ayla sınırlı olmasına itiraz ederek, "Başsavcılığımızda incelenmeyi bekleyen 200 bin dosya var. Yıl sonunda bu rakam 300 - 400 bine çıkacak. Dolayısıyla henüz yargılama bitmeden tutukluluk hali bitiyor. Hırsızlık yapanların da binde biri ıslah oluyor. Cezaevinden çıkıp yine hırsızlık yapıyor" dedi. Çocukların cinsel ve maddi istismar için kullanılmalarını önlemek amacıyla da ceza yasasına yeni bir hüküm eklenmesi kararlaştırıldı. Buna göre, ailesinin bilgisi veya rızası dışında evi terk eden çocukları, kendi rızasıyla da olsa ailesini haberdar etmeden tutan kişi, 3 aydan 1 yıla kadar hapisle cezalandırılacak.


Cinsel ihtiyaç firar mazereti sayılmadı

ASKERİ Yargıtay Daireler Kurulu'nun kararına konu olay 2003 yılında yaşandı. Zorunlu askerlik hizmetini Samsun'da er olarak yapan H.K., İ.T ve H.A. adlı üç arkadaş, bir hayat kadını ile para karşılığı cinsel ilişki kurma kararı verdi.

Gece 23.30'da birliklerinden için almadan ayrılan üç er il merkezindeki bir otomobilde kadınla birlikte oldu. Ancak devriye gezen polise yakalanan üç er birliklerine teslim edildi. Erler hakkında sözleşerek firar suçundan bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı ve mahkumiyet kararı verildi. Davanın temyiz incelemesini yapan Askeri Yargıtay'ın ilgili Dairesi, sanıkların askerlikten kaçma amacı taşımadıklarına, sadece fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamak için kışlayı terk ettiklerine dikkat çekerek, yerel mahkemenin kararını bozdu.

Askeri Yargıtay Başsavcılığı'nın bu karara itiraz etmesi üzerine dosyanın gönderildiği Askeri Yargıtay Daireler Kurulu davaya son noktayı koydu. Daireler Kurulu yasada öngörülen tüm unsurları ile oluştuğuna dikkat çekerek, sanıkların mahkumiyetine karar verdi. Karar gerekçesinde özetle şöyle denildi:

'...Sanıklar, bir hayat kadını ile cinsel ilişkide bulunmak amacı ile anlaşarak, birliklerini izinsiz ve toplu biçimde terk etmişlerdir. Sanıkların bu eylemlerini, hangi ihtiyaçlarını veya hangi yararları elde etmek için gerçekleştirdiklerine ilişkin özel ve psikolojik durumları, sözleşerek firar suçun oluşması yönünden herhangi bir önem ve değer taşımamaktadır. Davaya konu olayda, sözleşerek firar suçunun yasada öngörülen tüm unsurları oluşmuştur...'

Ersin BAL


Yargıtay, Balkaner'e hapis cezasını onadı...
Yargıtay 7. Ceza Dairesi, Yurtbank'ın eski sahibi Ali Avni Balkaner ve 8 sanık hakkında ""off-shore hesaplar üzerinden bankanın aracı olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık" suçundan verilen hapis cezalarını onadı.
AA-Yargıtay 7. Ceza Dairesince Ceza Genel Kurulu salonunda yapılan duruşmayla, temyiz başvuruları karara bağlandı.
Daire, zimmet suçundan verilen hapis cezasını Balkaner'in aleyhine, "back to back" kredilerle ilgili "dolandırıcılık" suçundan verilen hapis cezasını zaman aşımı nedeniyle bozdu.
Daire, "off-shore hesaplar üzerinden bankanın aracı olarak kullanılması suretiyle" dolandırıcılık suçundan sanıklar Balkaner, Süleyman Ekiz, Bayram Eser, Mustafa Nihat Yurdakök, Özcan Kaşlıoğlu, Cantürk Dedeoğlu, Ahmet Uğur Balkaner, Engin Aras ve Murat Yanık hakkında verilen hapis cezası kararlarını onadı.
Ali Avni Balkaner "off-shore hesaplar üzerinden bankanın aracı olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık" suçundan 7 yıl 3 ay 15 gün hapis ve 520 bin 800 YTL adli para cezasına mahkum edilmişti.

CHP: Unakıtan'ı kurtarma yasası isteniyor
ANKARA (A.A)
TBMM Adalet Komisyonu'nda, çeşitli kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin yasa teklifinin görüşmeleri sırasında, CHP'li üyelerin, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ı “kurtarmaya yönelik düzenleme yapıldığını” söylemeleri, tartışmalara neden oldu.
Adalet Komisyonu, AKP Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan'ın başkanlığında toplandı. Komisyon, AKP Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ ile 11 milletvekili tarafından verilen, çeşitli kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin yasa teklifinin görüşmelerine devam etti.
Komisyonda, yasa teklifinin, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda (CMK) değişiklik içeren “hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” ile ilgili maddesi görüşüldü.
CHP Niğde Milletvekili Orhan Eraslan, yasa teklifiyle, “kamu davasının açılmasının ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve uzlaşma” olmak üzere 3 yeni müessesenin, usul hukukuna getirildiğini söyledi. Bu düzenlemelere karşı olduklarını belirten Eraslan, düzenlemenin yasalaşması halinde “eşraf ve tuzu kuru olanlar için ayrı, parası olmayanlar için ayrı adalet olacağını” söyledi. Anadolu'da, “Zenginin arabası dağdan aşar, fakirinki düz yolda şaşar” denildiğini kaydeden Eraslan, “Bu, zenginin yasası olacak. Adaleti, parayla alınır satılır hale getirecek” dedi.
CHP Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç da yeni düzenlemeden, siyaseten ve ekonomik olarak güçlü olanlar ile mafyanın yararlanacağını söyledi. Kılıç, ülkedeki birlik ve beraberliğin bozulacağını öne sürdü.
CHP Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık da “Neredeyse, 2 yıl ve daha az hapis cezası işleyenlerden, Türkiye Cumhuriyeti olarak özür dilemek zorunda kalacağız” diyerek, icra, iflas ve vergi suçları başta olmak üzere ekonomik suçlarda kimseye ceza verilmeyeceğini kaydetti. Küçükaşık, adaletin mafyaya havale edileceğini savundu.
“BU KADAR GÜRÜLTÜ KOPARMAYA GEREK YOK”
AKP'li Bozdağ ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulamasının, mevcut halde yapılan yargılama sonunda verilen mahkumiyet kararının ertelenmesinden daha faydalı olacağını söyledi. Bozdağ, toplumun, üst sınırı 2 yıl olan suçlarda, genellikle kendi arasında anlaşma yoluna gittiğini ileri sürerek, “Bu kadar gürültü koparmaya gerek yok” dedi.
Başkan Toptan, Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü Niyazi Güney'e, hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından Vergi Usul Kanunu, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gibi özel kanunlardaki suçların alt ve üst sınırlarının incelenip incelenmediğini, hangi suçların bu kapsamda olduğunun belirlenip belirlenmediğini sordu.
Güney, Adalet Bakanlığı'nın, Türk Ceza Kanunu'ndaki üst sınırı 2 yıl ve daha az suçlarla ilgili yaptığı araştırmaya ilişkin bir kataloğu üyelere dağıttı. Güney, artık dünyada “cezalandırıcı adaletin yanında, onarıcı adaletin” ön plana çıkmaya başladığını anlattı. Güney, düzenlemenin, sosyal barışın sağlanmasına katkı sağlayacağını kaydetti.
CHP'li Eraslan, “Türk adaletini ortadan kaldıracak bir düzenlemeyi yapmak üzereyiz” diyerek, düzenlemenin, sosyal barışı değil, şantajı getireceğini savundu. Adalet Bakanlığı'nca hazırlanan listeyi “hikaye” olarak niteleyen, özel kanunlardaki hangi suçların bu kapsama gireceği yönünde bir katalog olmamasını eleştiren Eraslan, her türlü vergi kaçakçılığı ile hayali ihracat suçlarının, yeni düzenleme kapsamına gireceğini öne sürdü.
SAVCI: SAHTE FATURA, KAPSAMA GİRER
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ramazan Özkefir de hangi suçların, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamına gireceğini şu aşamada belirtmenin imkanı olmadığını, bunun, uygulamayla ortaya çıkacağını anlattı. Özkefir, Vergi Usul Kanunu'nun 359. maddesi uyarınca vergi kaçakçılığı için sahte fatura ve defter düzenleme suçuna, 18 aydan 3 yıla kadar hapis cezası verildiğini belirterek, alt sınırdan ceza verilmesi durumunda, bu suçun da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamına gireceğini söyledi.
CHP: UNAKITAN'I KURTARMAYA YÖNELİK
Bunun üzerine, CHP'li Küçükaşık, “Bu düzenleme, Maliye Bakanı Unakıtan'ı kurtarmaya yönelik” dedi.
Güney, Türk hukukunun, düzenlemeleri 1974 yılından beri ithal etmeye çalıştığını öne sürerek, “Türk hukukunun, buna ihtiyacı var” diyerek, CHP'li üyelerin itirazlarının yerinde olmadığını savundu.
“ISMARLAMA YASA”
Başkan Toptan, tartışmalar sürerken, değerlendirme yapmak için toplantıya kısa bir süre ara verdi.
Ara sırasında CHP'li Kılıç, AKP Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü ve gazetecilerle sohbet ederken, “Bu, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ı kurtarmaya yönelik ısmarlama bir yasa teklifi” değerlendirmesinde bulundu. Köylü ise “Ne alakası var” diye tepki gösterdi.
Başkan Toptan, aradan sonra hükmün açıklanmasıyla ilgili hazırlanan yeni öneri hakkında komisyona bilgi verdi.
CHP'li Eraslan, maddede yapılacak düzenlemenin, “lehte yasa” değerlendirmelerini getirebileceğine dikkati çekerek, acele bir düzenleme yapılmamasını istedi.
Yargıtay temsilcileri de düzenlemenin “lehte yasa uygulamasını” getirebileceğine dikkati çekti. Başkan Toptan, yeni öneriyi ve maddeyi oylatmadan, bayramdan sonra çalışmalara devam etmek üzere birleşimi kapattı.

Danıştay davasında güldüren tanık
Olcay PINAR
Danıştay saldırısı davasında sona yaklaşılıyor. Mahkeme dava dosyasının esas hakkındaki görüşünün hazırlanması için Cumhuriyet Savcısı’na gönderdi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan dünkü duruşmada sanıklardan Osman Yıldırım’ın tanıklarıyla mahkeme başkanı arasında ilginç diyaloglar geçti. Yıldırım’ın yeğeni Ercan Yıldız ifade verirken, Avukatı Ertuğrul Demirel’in "Müvekkilim dini inancı kuvvetli bir kişi olup olmadığı tanıktan sorulsun" dedi. Mahkeme Başkanı Orhan Karadeniz, "İmanla paranın kimde olduğu belli olmaz" yanıtını verdi. Yıldırım’ın yeğeni ise amcası hakkında, "Doğrusu dini imanının o kadar kuvvetli olduğunu sanmıyorum. Namaz falan kılarken görmedim" dedi. Karadeniz’in "Amcan barlarda mı geziyor camiye mi gidiyor?" demesi üzerine de yeğen Yıldız "Kendisinin namaz kıldığını görmedim barlarda gezer efendim" dedi. Duruşmada Arslan’ın geçen hafta mahkemeye gönderdiği ve Arslan’ın Özbilgin’i öldürdüğü suçlamasını reddettiği mektup da okundu. Arslan, dilekçedeki "Özbilgin’i öldüren ben değilim, Cumhuriyet’e bombaları atan ben değilim" şeklindeki ifadenin kendisine ait olduğunu kabul etti.

Dindarlık sorusu hâkimi kızdırdı
Danıştay'a kanlı baskını gerçekleştiren Alparslan Arslan, mahkemeye gönderdiği dilekçenin ardından duruşmada da Cumhuriyet gazetesine bomba attığı ve Danıştay İkinci Dairesi üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'i öldürdüğü suçlamalarını kabul etmedi. Arslan, Ankara 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki ilk duruşmada saldırıları kabul ettikten sonra mahkemeye yazdığı, hakkındaki suçlamaları reddeden dilekçe için, "Evet bana ait" dedi. Sanık avukatlarının, sanıkların dini yaşamlarına ilişkin sanık ve tanıklara soru sorulmasını istemesi Mahkeme Başkanı Orhan Karadeniz'i sinirlendirdi. Karadeniz, "İmanla, paranın kimde olduğu belli olmaz" dedi.
Göksel ÇAĞLAV/ANKARA

Erzurum Milli Eğitim Müdürlüğü’ne 9. kez iade
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’le yıldızı barışmadığı için 9 kez görevinden alınarak çeşitli illere gönderilen Erzurum Milli Eğitim Müdürü Fevzi Budak, İdare Mahkemesi tarafından 9’uncu kez görevine iade edildi.
31. DAVAYI KAZANDI
Erzurum Milli Eğitim Müdürü olarak 18 yıl görev yapan Fevzi Budak, son genel seçimlerde AKP’den milletvekili aday adayı olmuş ama listeye girememişti. AKP iktidarı döneminde, 2 Mayıs 2003’ten beri Şırnak, Muş, Ankara ve Kütahya gibi yerlere tayin edilen Fevzi Budak, her seferinde bumerang gibi geri dönmüş, son olarak geçtiğimiz Ağustos ayında Çanakkale Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atanmıştı. Budak, Şeker Bayramı sonrası Erzurum’a gelerek görevine yeniden başlayacak. Bu arada Budak’ın ’inat savaşı’nda savunmasını üstlenen Ankara Barosu avukatlarından Ali Altay da, bu sonuncusuyla birlikte Budak’la ilgili üst üste 31. davasını kazanmış oldu. Altay, Guinness Rekorlar Kitabı’na girmek için girişimlerde bulunacağını söyledi.

Engin Akçakoca’ya hapis cezası
A.A
Eski BDDK Başkanı Engin Akçakoca ve 5 kurum görevlisi, İmar Bankasından, faaliyet gösterdiği dönemde izinsiz bono ve tahvil satışıyla yargılandıkları davada, “görevi ihmal” suçundan 1'er yıl hapis ve 343'er YTL adli para cezasıyla cezalandırıldı.
Dönemin BDDK Başkan Yardımcısı Teoman Kerman da “görevi kötüye kullanma” suçundan 2 yıl hapis ve 343 YTL adli para cezasına çarptırıldı.
Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davanın bugünkü duruşmasına, sanıkların avukatlarıyla, şikayetçi Mustafa Tüccar ve katılan Asuman Daşdelen'in avukatları katıldı. Duruşmayı, Bağımsız Hazine Bonosu Mağdurları Derneği üyeleri de izledi.
Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel, daha önce sunduğu esas hakkındaki mütalaasını tekrarlayarak, dönemin BDDK Başkan Yardımcısı Teoman Kerman'ın ”görevi kötüye kullanma”, aralarında eski BDDK Başkanı Akçakoca'nın da yer aldığı diğer 6 sanığın da “görevi ihmal” suçundan cezalandırılmasını istedi.
Sanık avukatları da daha önce yaptıkları esas hakkındaki savunmalarını tekrarlayarak, müvekkillerinin ayrı ayrı beraatlerini istediler.
Yargıç Şahin Kurt, sanıklardan dönemin BDDK Başkanı Engin Akçakoca ile yöneticiler Niyazi Çakır, Levent Deveci, Mehmet Erhan Batur, Veysel Oğuz ve Nazım Demirtaş'ın “görevi ihmal” suçunu işlediklerinin anlaşıldığını belirtti. Kurt, bu sanıkların eylemlerine uyan 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu'nun 230. maddesi uyarınca, cezanın alt sınırının üstünden takdiren 1'er yıl hapis ve 343'er YTL adli para cezası ile cezalandırıldıklarını açıkladı.
Şahin Kurt, dönemin BDDK Başkan Yardımcısı Teoman Kerman'ın da “görevi kötüye kullanma” suçunu işlediğinin tespit edildiğini belirterek, Kerman'ın 765. sayılı TCK'nın 240. maddesi gereğince 2 yıl hapis ve 343 YTL adli para cezasına mahkum edildiğini belirtti.
Yargıç Kurt, sanıkların sabıkasız oluşu, suç işleme eğilimleri ve cezanın ertelenmesi durumunda yeniden suç işlemeyeceklerine dair mahkemede kanaat oluştuğundan, verilen cezaların 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanun'un 6. maddesi uyarınca ertelendiğini açıkladı.

BDDK ESKİ YÖNETİCİLERİ: ”VİCDANIMIZ RAHAT”
BDDK'nın eski Başkanı Engin Akçakoca ile eski yöneticiler Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararı, “Kritik bir dönemde Türkiye ekonomisi için gerekli ve çok zor kararlara çekinmeden imza atmış bürokratlar olarak görevimizi layıkıyla yerine getirdiğimizi, vicdanımızın rahat olduğunu kamuoyuna duyururuz” şeklinde değerlendirdi. (ANKA)

BDDK eski Başkanı Akçakoca'ya, 'İmar Bankası'nın izinsiz bono satışı' davasından 1 yıl hapis cezası
ANKARA - BDDK eski Başkanı Engin Akçakoca ve 5 kurum görevlisi, İmar Bankasından, faaliyet gösterdiği dönemde izinsiz bono ve tahvil satışıyla yargılandıkları davada, "görevi ihmal" suçundan 1'er yıl hapis ve 343'er YTL adli para cezasıyla cezalandırıldı.
Dönemin BDDK Başkan Yardımcısı Teoman Kerman da "görevi kötüye kullanma" suçundan 2 yıl hapis ve 343 YTL adli para cezasına çarptırıldı.
Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davanın bugünkü duruşmasına, sanıkların avukatlarıyla, şikayetçi Mustafa Tüccar ve katılan Asuman Daşdelen'in avukatları katıldı. Duruşmayı, Bağımsız Hazine Bonosu Mağdurları Derneği üyeleri de izledi.
Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel, daha önce sunduğu esas hakkındaki mütalaasını tekrarlayarak, dönemin BDDK Başkan Yardımcısı Teoman Kerman'ın "görevi kötüye kullanma", aralarında eski BDDK Başkanı Akçakoca'nın da yer aldığı diğer 6 sanığın da "görevi ihmal" suçundan cezalandırılmasını istedi.
Sanık avukatları da daha önce yaptıkları esas hakkındaki savunmalarını tekrarlayarak, müvekkillerinin ayrı ayrı beraatlerini istediler.
Yargıç Şahin Kurt, sanıklardan dönemin BDDK Başkanı Engin Akçakoca ile yöneticiler Niyazi Çakır, Levent Deveci, Mehmet Erhan Batur, Veysel Oğuz ve Nazım Demirtaş'ın "görevi ihmal" suçunu işlediklerinin anlaşıldığını belirtti. Kurt, bu sanıkların eylemlerine uyan 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu'nun 230. maddesi uyarınca, cezanın alt sınırının üstünden takdiren 1'er yıl hapis ve 343'er YTL adli para cezası ile cezalandırıldıklarını açıkladı.
Şahin Kurt, dönemin BDDK Başkan Yardımcısı Teoman Kerman'ın da "görevi kötüye kullanma" suçunu işlediğinin tespit edildiğini belirterek, Kerman'ın 765. sayılı TCK'nın 240. maddesi gereğince 2 yıl hapis ve 343 YTL adli para cezasına mahkum edildiğini belirtti.
Yargıç Kurt, sanıkların sabıkasız oluşu, suç işleme eğilimleri ve cezanın ertelenmesi durumunda yeniden suç işlemeyeceklerine dair mahkemede kanaat oluştuğundan, verilen cezaların 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanun'un 6. maddesi uyarınca ertelendiğini açıkladı.

Kentbank dosyası bilirkişiye havale
KENTBANK’I zarara uğrattıkları iddiasıyla aralarında eski Başkanı Mustafa Süzer’in de bulunduğu 35 sanığın zimmet suçundan yargılandığı dava dosyası, bilirkişiye gönderildi. İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, tutuksuz yargılanan 4 sanık katıldı. Sanık Mustafa Süzer’in avukatı, Danıştay’daki belgeleri talep etti. Sanık Hasan Kılavuz’un avukatı Balkan Şencan da, duruşmada müvekkilinin yurtdışı yasağının kaldırılmasını istedi. Mahkeme heyeti varsa zimmet miktarının değerlendirilmesi, sanıklarca iade olup olmadığı, varsa miktar ve tarihlerinin tespiti için tüm banka, firma, kurum kayıtları ve dosya üzerinde dört ayrı heyet atanarak bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verdi.
# ERTELENDİ
MAHKEME heyeti ayrıca sanık Hasan Kılavuz’un 75 bin YTL teminatla 6 ay süreyle yurtdışına çıkış yasağının kaldırılmasına karar verdi. Heyet duruşmayı erteledi. Serdar KULAKSIZ
19.10.2006

Üç avukattan Chirac hakkında suç duyurusu

Üç avukat Chirac hakkında 301'inci maddeden suç duyurusunda bulundu
Ankaralı üç avukat Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac hakkında 301'inci maddeden suç duyurusunda bulundu. Chirac'ın Türklüğü ve Türkiye Cumhuriyeti devletini basın yoluyla aşağıladığı iddia edildi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, avukatlar Cemal Emir, Esra Yaycı ve Güngör Tanrıverdi'nin suç duyurusunu kabul etti. Avukatlar, Meclis'in üzerine düşeni yapmadığını öne sürdü.

Avukatlar suç duyurusu ile de yetinmedi, Fransa Ulusal Meclisi'ne "Ermeni soykırımı yoktur ve yapılmamıştır" diye faks çekti.

Avukatlar, başta cumhurbaşkanı ve milletvekilleri olmak üzere Türk halkını faks çekmeye çağırdılar.

Fransa teklifi 12 ekimde kabul etti

Fransa Meclisi Genel Kurulu, Sosyalist Parti'nin sunduğu 'Ermeni soykırımı'nı inkarın suç sayılmasını öngören yasa teklifini 12 ekimde kabul etti. Teklif, 'soykırım'ı inkar edenler hakkında 1 yıl hapis ve 45 bin euroya kadar para cezası öngörüyor.

Yasa teklifi 19'a karşı 106 oyla kabul edildi. Teklifin yasalaşması için önce parlamentonun üst kanadı olan Senato tarafından, daha sonra da Cumhurbaşkanı Jacques Chirac tarafından onaylanması gerekiyor. Yasa teklifinin Senato'ya götürülme kararı ise hükümetin elinde bulunuyor.

Genel Kurul'da, Patrik Deveciyan'ın 'Ermeni soykırımı'nı reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifine ilişkin olarak verdiği, bilim adamları ve tarihçilerin çalışmalarının yasanın yaptırımlarından muaf tutulmasına ilişkin değişiklik önergesi ise reddedildi.

11 ayrı suçtan soruşturulacak

İçişleri Bakanlığı, Kuşadası Belediye Başkanı AKP´li Fuat Akdoğan hakkında soruşturma izni verdi.


11 ayrı suç için yürütülecek soruşturma kapsamına, 11 eski ve yeni meclis üyesiyle 4 belediye bürokratı da alındı. Temmuz ayında İçişleri Bakanlığı'na gelen imzasız ihbar mektubuyla başlayan incelemede Akdoğan ve yönetimi Kuşadası'na gelen iki bakanlık müfettişince 12 değişik suçtan ifade vermişti. Müfettişler, hazırladıkları raporu 13 Ağustos'ta İçişleri Bakanı'na sundu. Yapılan incelemede suçların büyük bölümünü 'belediyenin zarara uğratılması' oluşturdu. Rapor ve soruşturma izninin Cumhuriyet Savcılığı'na ulaşmasından sonra Akdoğan ve beraberindekilerin, suçların niteliğine göre yargılanabilecekleri bildirildi.


Avcı tuzağı gibi

İnternette çocuk pornosu yaydıkları iddiasıyla Ankara’da tutuklanan yedi sanığın, mağdurlara tıpkı avcı gibi tuzak kurduğu ortaya çıktı. Sanıklar özel bir program sayesinde internette küçük bir kız çocuğu gibi görüntü ve ses çıkardı. Kendi hemcinsiyle chat yaptığını sanan çocukların çıplak poz vermesi bu sayede kolaylaştı


Polis 20 Eylül 2006 tarihinde internette çocuk pornosu yaydıkları iddiasıyla yedi kişiyi gözaltına aldı. Tutuklanan zanlılar hakkında Ankara Cumhuriyet Savcısı Özgür Kamışlık tarafından 200 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde önümüzdeki günlerde görülecek dava, sanıkların akıl almaz yöntemlerini de gözler önüne serdi.

# KIZ SESİ OYUNU

İddianamede sanıkların çocukların video görüntülerini elde etmek için hazırladıkları özel programlarla kendilerini 12 yaşında kız çocuğu gibi gösterdikleri ve sesli chat yaparken de seslerinin kız çocuğu gibi çıkmasını sağlayacak programlar kullandıkları bilgisi yer aldı. Kız çocuğu kimliğiyle çocukları tahrik eden sanıkların, istedikleri görüntüleri almakta zorlanmadıkları belirtildi.

# İBRET HİKAYESİ

Mağdurların ifadelerine yer verilen iddianame ailelerin ibret alması gereken bilgilerle dolu. İşte o ifadeler... Mağdurlardan Ö.İ., başına gelenleri şöyle anlatıyor: Internette yapılan görüşmede seksten hoşlanıp hoşlanmadığımı sordu. Konuşma ilerledikçe ‘Ceren’ olarak adını bildiğim kız soyunmaya başladı. Benden de soyunmamı istedi. Önce kabul etmedim. ‘Korkuyor musun’ gibi sözlerle tahrik etti. Ben de çıplak görüntülerimi gönderdim. Her seferinde cinsel içerikli konuştuk. Benimle birlikte olmayı teklif etti. Teklifi kabul etmeyerek C.K.’dan şikayetçi oldum.

Kurbanlarını kendileriyle cinsel ilişkiye zorlayan sanıklar, bazen de kardeşleri birbirleriyle ilişkiye sokmaya çalışmış. Mağdur O.K.’nin ifadesinde bu durum şu sözlerle dile getiriliyor: Mastürbasyon yapmamı istedi. Yaptım. Görüntülerimi internet üzerinden aileme ve arkadaşlarıma göndereceği tehdidinde bulundu. Durumu ağabeyime anlattım. Başka bir zaman internette sohbet ederken belden aşağı soyunduğum sırada ağabeyim odaya girdi. Ağabeyimin de soyunmasını istedi. O da soyununca bu kez sevişmemizi istedi. Ağabeyim karşı çıkıp kamerayı kapattı.

# EMZİKLİ BEBEK

Mağdurlardan H.M.Ö. de tuzağa nasıl düştüğünü şöyle anlatıyor: ‘Chat yaptıktan sonra kamera karşısında çırılçıplak soyundu. Aynı şeyi benden de yapmamı istedi. Kabul etmeyince ‘Nasılsa kız kızayız’ dedi. Bunun üzerine ben de iç çamaşırımı indirdim.’ Elde edilen belgelerde, çocuklarla cinsel ilişki içeren görüntülerin yanı sıra emzikteki bebeklerin bile cinsel meta olarak kullanıldığı belirlendi.

# 200 YIL İSTENDİ

Sanıklar hakkında TCK 226 uyarınca ‘Kendisini internet ortamında 12 yaşında kız çocuğu gibi gösterip cinsel içerikli telkinlerle mağdurların iradesini etkilemek, çıplak görüntü çekmek, bunları internette yayınlamak’ suçlarından dava açıldı. İşledikleri her suç için 10’ar yıl hapis cezası istendiği için bazı sanıklar hakkında talep edilen hapis 200 yıla ulaştı. Savcılık duruşma için gizlilik kararı alınmasını isteyecek.


HÜSEYİN ÖZALP


Önce inkar sonra itiraf


Bİr yıldır elektronik takip ile sürdürülen çocuk pornosu operasyonunda sanıkların internet ortamındaki yazışmaları ve işlemleri belgelendi. Delilden sanığa ulaşma ilkesi hayata geçirildi. Suçlarını önce inkar eden sanıklar, delilleri görünce itiraf etmek zorunda kaldı. Bazı bilgisayarlardaki şifrelerin kırılması için üniversitelerin de desteğiyle çalışmalar sürdürülüyor. Operasyonu başarılı bulan FBI da bu deneyimlerden yararlanmak için bilgi aldı. Uluslararası bağlantılarıyla birlikte sürdürülen operasyon çerçevesinde ABD, Fransa, İngiltere ve Suudi Arabistan’da da çocuk pornografisi suçu işleyen kişiler belirlenerek ilgili ülkelerin yetkililerine bildirildi.

19.10.2006


Kanadalı öğretmene uyuşturucu davası

Çocuk pornosu suçundan tutuklanan özel bir okulun Yabancı Diller Bölüm Başkanı Kanadalı Fortin’in başı bu defa uyuşturucuyla dertte


İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, Claude Joel Fortin’in çocuk pornografisi bulundurduğu gerekçesiyle mahkeme izniyle Bebek’teki evinde yapılan aramada 15 gram hint keneviri ele geçirildiği belirtildi. Bu hint kenevirinden 10.5 gram toz esrar elde edilebileceği bilgisine de yer verildi. Fortin’in uyuşturucu kullandığını kabul ettiği belirtilen iddianamede, aramada ele geçirilen uyuşturucu maddeyi Eminönü’nde bir erkek şahıstan aldığını ve bu maddenin bir kısmını kullandığını söylediği öne sürüldü. Savcılık Fortin’in uyuşturucu madde kullanmak suçundan 2 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanmasını talep etti. Özel bir okulda Yabancı Diller Bölüm Başkanı olan Fortin teknik takip sonucunda mahkeme tarafından çocuk pornosu indirdiği iddiasıyla tutuklanmıştı.


# SERDAR KULAKSIZ


"Gerilla" sözüne 5 yıl hapis

DTP'li Mahmut Alınak, Kars Cumhuriyet Başsavcılığı'na bulunduğu suç duyurusunda "gerilla" deyince, soruşturmalık oldu. Genelkurmay Başkanlığı, dilekçedeki "gerilla" kelimesinin "bölücü terör örgütünü meşru bir güç gibi göstermeye yönelik" olduğunu belirterek suç duyurusunda bulundu. Alınak, Savcılığa verdiği dilekçede, "Yukarıda adları yazılı olan devlet yöneticileri görevlerini yerine getirmiş olsalardı -asker, gerillabunca gencimiz ölmeyecekti" demişti. Hakim Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu, Bakanlığa yazdığı yazıda, Alınak'ın dilekçesindeki "gerilla" kelimesinin "bölücü terör örgütünü meşru bir güç gibi göstermeye yönelik ifade" olduğunu belirtti ve 5 yıla kadar hapsini istedi.


11 ABD askerine Irak'ta cinayet davası

BBC TÜRKÇE

ABD ordusu, Iraklı sivilleri öldürmekle suçlanan 11 Amerikan askerinin yargılanacağını açıkladı.

Davalar son bir yılda meydana gelen üç ayrı olayı kapsıyor.

Savunma Bakanlığı'nın bir sözcüsü, dava açma kararının Amerikan ordusunun Iraklı sivillere kötü muamele iddialarını araştırmaya kararlı olduğunu gösterdiğini söyledi.

Dosyalardan biri, Mahmudiye kasabasında 14 yaşında bir Iraklı kıza tecavüz edilmesi ve kızın ailesiyle birlikte öldürülmesini kapsıyor.

Divan-ı harbe giden ikinci olayda dört Amerikan askeri geçen Mayıs ayında Bağdat'ın 60 kilometre kuzeyindeki Tartar kasabasında üç Iraklı sivilin öldürülmesinden sorumlu tutuluyor.

Üçüncü dosya ise cinayetle suçlanan üç Amerikan askerini kapsıyor.

Bu askerler Hamdaniye kasabasında bir Iraklı'yı evinden zorla çıkarıp öldürmekle suçlanıyor.

Savcılık askerlerin öldürdükleri kişinin yol kenarına bomba yerleştirmeye çalıştığı izlenimi vermek için cesedinin yanına bir silah ve kürek bıraktıklarını da öne sürüyor.

Sözkonusu 11 askerden ikisi, ölüm cezası istemiyle yargılanacak.

Mahmudiyeli kıza tecavüz olayının elebaşı olduğu öne sürülen Amerikan askeri, kişilik bozukluğu nedeniyle ordudan ihraç edilmişti.

Bu nedenle sivil mahkemede yargılanacak.

Amerikan ordusu, askerlerinin ciddi suçlara karıştıkları iddia edilen iki dosyayı daha incelemekte olduğunu açıkladı.

Olaylar Irak kamuoyunda büyük öfkeye yol açmış, yabancı askerlere tanınan yargı dokunulmazlığının kaldırılması çağrıları yapılmıştı.


Korsan kurbanı için tazminat

İstanbul-Moskova seferini yaparken, 2001 yılında kaçırılan Rus uçağına düzenlenen operasyonda öldürülen Türk yolcu Mürsel Kombal'ın ailesi tarafından İçişleri Bakanlığı aleyhine açılan davada mahkeme 115 bin YTL tazminat ödenmesine karar verdi. Kambal'ın eşi Güldenur Kambal, 2 çocuğu ve diğer aile fertleri, olayda İçişleri Bakanlığının 'hizmet kusuru'' bulunduğu gerekçesiyle İstanbul İdare Mahkemesine 1 milyon YTL tazminat istemiyle başvuruda bulunmuştu.

(AA)


Turkcell'den Avea'ya 12,3 milyon YTL
Avea tarafından Turkcell'e açılan SMS ücretleri ile ilgili davanın sonuçlandığı bildirildi. Avea'dan yapılan yazılı açıklamada, mahkeme kararına yer verildi.

Gerek ara bağlantı sözleşmesinde gerekse de ara bağlantı sözleşmesine ek protokolde taraflar arasında SMS konusunda bir ücret belirlenmediği, konunun Şubat 2005'e kadar bu şekilde devam ettiği kararda, ancak Turkcell'in, bu tarihten itibaren Avea'ya her SMS başına tek taraflı ücret belirleyerek fatura göndermeye başladığı ifade edildi.
Bu tutumun Avea tarafından, taraflar arasındaki ara bağlantı ve ek protokolünün tek taraflı değiştirilmesi olarak kabul edildiği ve Turkcell tarafından gönderilen faturalara itiraz edildiği aktarılan karar metninde, Turkcell'in aynı tutumunu sürdürerek fatura göndermeye devam ettiği kaydedildi.
Bunun üzerine Avea'nın, Turkcell'in 2005 Şubat ayı ile 2005 Aralık ayını kapsayan dönemlere ilişkin kestiği fatura miktarları kadar alacak davası açtığı ve söz konusu alacağın ilgili dönemlerden faiz işletilerek tahsilini Beyoğlu 1'inci Ticaret Mahkemesinde açtığı dava ile talep ettiği belirtilen yazıda, şunlar kaydedildi:
“Avea bu davayı açarken; iki taraflı sözleşmelerin ancak yine iki taraflı bir iradeyle karşılıklı olarak tarafların anlaşması üzerine değiştirilebileceği, yaklaşık dört yıldır herhangi bir ücret belirlenmeden devam eden bir protokolün Şubat 2005'ten itibaren fatura gönderilmesiyle tek taraflı iradeyle değiştirildiği, bunun hukuka aykırı olduğu tezini savunmuştur.
Geçen hafta yapılan yargılamada mahkeme Avea'nın dava dilekçesindeki tüm istekler kabul edilmiştir.
Mahkemece, Turkcell'in kestiği faturalar bedeli olan 12 milyon 274 bin 748,27 YTL'nin Avea'ya iadesine, Turkcell'in mevcut uygulamaya devam etmesinin sona erdirilmesine, faiz konusunda da dava dilekçesinde belirtildiği üzere yukarıdaki miktarın 2 Ocak 2006 tarihinden itibaren tahsil tarihine kadar devre
ve oranı yazılı değişken nitelikte avans faizi ile birlikte Turkcell tarafından
Avea'ya ödenmesine karar verilmiştir.”


Arslan'dan suçunu inkar eden mektup


Danıştay saldırısı ile ilgili davanın üçüncü duruşmasına sanık Alparslan Arslan'ın mahkemeye yazdığı mektup damgasını vurdu. Arslan mektubunda ''Danıştay İkinci Dairesi üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'i, ben öldürmedim, Cumhuriyet gazetesine de bomba atmadım'' dedi.

Ankara 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Danıştay davasında tanıkların dinlenilmesine devam edildi.

Olay günü Danıştay'da görev yapan polis memurları ve Danıştay personeli olay anını anlattı. Polis Şenol Altan, Arslan'ı etkisiz hale getirirken saldırıdan haberi olmadığını söyledi.

Diğer polis Enver Akpolat ise kelepçe takarken Arslan'ın kendisine "elimi sıkma! Ben Allah'ın askeriyim, Osmanlı'nın torunuyum" dediğini anlattı.

Her iki polis de Arslan'ı mahkeme salonunda teşhis etti. Danıştay çaycısı Cafer Özbey de saldırgan Arslan'ın dikkatini dağıtmak için üzerine çay tepsisini fırlattığını söyledi.

Duruşmada Arslan dışında tüm sanıkların tahliyesi istendi. Mahkeme heyeti sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar vererek duruşmayı erteledi.

Danıştay'a saldırı: Bir ölü, dört yaralı

Avukat Alparslan Arslan'ın 17 mayıs 2006 sabahı Danıştay İkinci Dairesi'ne düzenlediği silahlı saldırıda başından yaralanan Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin hayatını kaybetmiş, Daire Başkanı Mustafa Birden'in de aralarında bulunduğu dört kişi ise saldırıdan yaralı olarak kurtulmuştu.

Olayın ertesi günü yargı mensupları ve binlerce kişi Anıtkabir'e yürümüş, aynı günün devamında Özbilgin için Danıştay'da düzenlenen cenaze töreni protesto gösterilerine sahne olmuş ve halk 'hükümet istifa' sloganları atmıştı.

Kocatepe Camii'ndeki tören sırasında ise AK Partili bakanlar halkın tepkilerine hedef olmuştu.

Saldırının faili olarak tutuklu bulunan Avukat Alparslan Arslan ile altı sanığın 'ağırlaştırılmış müebbet hapis' cezasına çarptırılması isteniyor.


Bakan Yıldırım, Yeniçağ'dan tazminat kazandı

Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi, Yeniçağ Gazetesi ve muhabirini, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve oğlu Erkan Yıldırım hakkında, gerçek dışı haber yaparak kişilik haklarına saldırıda bulunduğu gerekçesiyle tazminata mahkum etti.

Davanın bugünkü duruşmasına, Bakan Yıldırım ile oğlunun avukatı Ali Özkaya katıldı. Özkaya, dava dosyasındaki belgelerin, dava konusu yayının gerçeğe aykırı olduğunu kanıtladığını savunarak, davanın kabul edilmesini istedi. Dava konusu haberin, söz konusu gazetede yayınlandıktan sonra siyasal görüşler sebebiyle iki gazetede daha manşetten yayınlandığını ileri süren Özkaya, verilecek tazminat cezasının, caydırıcılık unsuru dikkate alınarak yüksek tutulmasını da talep etti. Yargıç Suna Türe, davayı Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve oğlu Erkan Yıldırım yönünden kısmen kabul etti. Türe, davalı gazete ve muhabirin, Binali Yıldırım için 5 bin YTL, oğlu Erkan Yıldırım için ise 3 bin YTL manevi tazminatı yasal faiziyle birlikte ödemesine karar verdi.

DAVA 'BALLI TEŞVİKTE İKİNCİ PERDE' HABERİNE AÇILDI

Ali Özkaya tarafından açılan davanın dilekçesinde, Yeniçağ Gazetesinde 22 Şubat 2006 tarihinde yer alan ''Ballı Teşvikte 2. Skandal'' ve ''İktidar Oğullara Çalışmış'' başlıklı haberlerle, müvekkillerinin kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürmüştü. Dilekçede, yapılan haberin gerçek dışı olduğu belirtilerek, Binali Yıldırım için 50 bin YTL, oğlu Erkan Yıldırım için ise 30 bin YTL olmak üzere toplam 80 bin YTL manevi tazminat talep edilmişti.


aa


Kan davası bir ay sonra bitirildi


Batman’ın Kozluk ilçesinde belediye başkan vekilinin açtığı ateşle başlayan kan davası bir ay sonra sağlanan barışla sona erdi.

Ferhat Malgir

BATMAN - 11 Eylül 2006’da, Batman’ın Kozluk İlçesi’nde Belediye Başkanvekili Naif Yorulmaz, parke taşını çaldığı ileri sürülen kişilere ateş açtı. Olayda, Sabiha Tüver adlı kadın yaşamını yitirdi ve iki aile arasında kan davası başladı.

Naif Yorulmaz, ölüme sebebiyet verdiği iddiası ile tutuklandı. İki aile arasında başlayan gerginlik ise kan davasına dönüştü. Olayın ardından, Tüver ve Yorulmaz ailelerini barıştırmak için girişimler de başladı.

Bir aylık uğraşın ardından girişim başarıya ulaştı. Taraflar arabulucular Kozluk 29 Ekim İlköğretim Okulu toplantı salonunda biraraya geldi. Kozluk Belediye Başkanı Hikmet Bahşi’nin girişimleriyle düzenlenen buluşmada Kozluk Kaymakamı, İlçe Jandarma Komutanı, bölgenin önde gelen din adamları da katıldı.

Tören dualarla başladı. Davalı aileler Kuran-ı Kerim’in altından geçti, husumetin sona ereceği konusunda yemin edildi. Kaymakam Kamuran Mustafa Ballı da kan davasının ‘anlamsız ve ilkel’ olduğunu anlattı.


Yapımcı Erol Köse'ye taciz davası
Müzik yapımcısı Erol Köse hakkında, şarkıcı Burçin Coşkun'a “telefon mesajlarıyla cinsel taciz” iddiasına ilişkin dava açıldı.

Bağcılar Cumhuriyet Savcılığınca hazırlanan iddianamede, müzik yapımcısı ve prodüktör Köse'nin işi gereği bir süre birlikte çalıştığı Coşkun'a gönderdiği ifade edilen telefon mesajlarına yer veriliyor.

Erol Köse'nin savunmasında, söz konusu mesajları Burçin Coşkun'un mesajlarına tepki olarak yazdığını, “asıl kendisinin Coşkun tarafından atılan mesajlarla mağdur olduğunu” ifade ettiği kaydedilen iddianamede, Köse'nin, kendisine atılan mesajların içeriği hakkında GSM şirketine yazı yazılmasını istediği belirtiliyor.

İlgili şirketle yapılan yazışmaya verilen cevapta, “kısa mesaj (SMS) içeriklerine ilişkin kayıt tutulmadığının” belirtildiği dile getirilen iddianamede, Köse'nin TCK'nın 105/1. ve 43. maddeleri gereğince, cinsel taciz suçlamasına ilişkin cezalandırılması isteniyor.

TCK'nın 105/1. maddesi, “Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında mağdurun şikayeti üzerine 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezasına veya adli para cezasına hükmolunur” hükmünü içeriyor.

TAZMİNAT DAVASI

Burçin Coşkun'un avukatı Buket Yıldırım aracılığıyla Bağcılar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasının dilekçesinde de Erol Köse'nin aynı zamanda Coşkun'un prodüktörü olduğu, cep telefonuna “cinsel taciz”, “onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek” nitelikte ifadeler yer alan mesajlar gönderdiği savunuluyor. Dilekçede, şu ifadelere yer veriliyor:

“Çok küçük yaşta, hayat tecrübeleri yeterince gelişmemiş olduğu bir dönemde imzaladığı ve içeriği hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı sözleşmeler nedeniyle kendisini davalıya borçlu hisseden ve davalının müzik piyasasındaki güç ve etkinliğinden korkan müvekkilem, uzunca bir süre bu saldırılara boyun eğmek zorunda kalmıştır.

Keza davalı da 'Uzanlar'la arasındaki sürtüşmeden kurtulduğu'ndan, 'Uzanlar'ı bile yıldırdığı'ndan bahisle müvekkilemi tehdit ederek, yapmış olduğu hukuk ve insanlık dışı davranışlara katlanmaya zorlamıştır.

Müvekkilem, davalının Uzanlar'la arasındaki sürtüşmeyi bilmektedir. Bu olayda davalı vurulmuştur. Ancak davalı bu vurulma olayının 'kendisi tarafından organize edildiğini' söylemek suretiyle, silahlı kişilerle ilişkiler içinde olduğunu ima etmiştir.”

Dilekçede, Erol Köse'den 50 bin YTL manevi tazminat talep ediliyor.

AA


Hakko'dan yeni dava

Vakko'nun sahibi Cem Hakko, eşi Betina Hakko'ya ikinci kez boşanma davası açtı. Cem Hakko, Beykoz Aile Mahkemesi'ne avukatı Kezban Hatemi aracılığıyla verdiği dilekçesinde eşi Betina Hakko ile fikren ve ruhen anlaşamadıklarını, aralarında şiddetli geçimsizlik olduğunu belirtti. Hakko daha önce mahkemeye verdiği boşanma dilekçesinde eşi Bettina Hakko'yu ahlak ve hukuk dışı ilişkileri olmakla suçlamış, daha sonra da bu davadan feragat etmişti.

Gülcan DEMİRCİ-MERKEZ


Vekilinden hakeme 50 bin YTL tazminat

Hakem Kamil Biricik, “yönettiği bir maçta kişilik haklarına ve vücut bütünlüğüne saldırdığı” gerekçesiyle Mardin bağımsız milletvekili ve eski Mardinspor Kulübü Başkanı Süleyman Bölünmez'den 50 bin YTL tazminat kazandı.

Kadıköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, 16 Ekim 2005 tarihinde Mardin 21 Kasım Stadı'nda Türkiye Profesyonel Futbol 2. Ligi A kategorisinde oynanan Mardinspor-Antalyaspor A.Ş karşılaşmasını yöneten hakem Kamil Biricik'in, ”müsabaka bitiminde futbol sahasına girerek tüm izleyicilerin, polislerin ve müsabaka görevlilerinin gözleri önünde kişilik haklarına ve vücut bütünlüğüne haksız ve hukuka aykırı saldırı yaptığı” gerekçesiyle Mardin bağımsız milletvekili ve eski Mardinspor Kulübü Başkanı Süleyman Bölünmez aleyhine açtığı manevi tazminat davasını karara bağladı. Hakim, 50 bin YTL manevi tazminatın Bölünmez'den alınarak Biricik'e verilmesine hükmetti


Kumardan 35 milyon peso kazandı,35 bini ödendi...
Bugün, 09:58

Arjantin'de bir kumarhanedeki den 35 milyon peso (yaklaşık 12 milyon dolar) kazanan kumarbaza, "makine bozuk" diye sadece 35 bin peso ödendi.
AA-Buenos Aires'teki Bingo adlı kumarhane yöneticilerinden Hector Luna, makinenin hiçbir zaman bu kadar para vermeye programlanmadığını belirterek, "Müşterimize sadece makinenin verebileceği en yüksek miktar olan 35 bin peso verebiliriz" dedi.

Milyoner olduğunu düşününen kadın kumarbaz ise kazandığı paranın binde birini almaya niyetli görünmüyor. Kadının avukatı, "Makine bozuksa bu Bingo'nun sorunu" dedi ve kazanılan paranın tamamını almak için mahkemeye başvuracaklarını, ayrıca mahkeme sonuçlanana kadar geçen süreyi hesaba katarak, paranın faizini de isteyeceklerini söyledi.

Milyon dolarlar dağıtan makine ise incelenmek için uzmanlar gelene kadar polis denetimine alındı.


Y A Z A R L A R


Eleştiri yurtseverliğin bir parçasıdır
Perihan Mağden

Huzurumuz kaçmalı…
Şuursuz kalabalıkların akıllarından idealleri, yüzlerinden tebessümleri kolayca çalınır bir ülke burası.
Öyle ki, mekanik ve insandan olma aktörleri rol çalma yarışından hiç kopmazlar.
Kalabalıklara ad konmaz burada.
Tekil tanımlamalar yoktur, çoğul gruplamalar vardır.
Vakti zamanında hayatlarına gerekli bilinç ve vicdan yüklemesini yapmadıklarından olsa gerek, `adsız kalabalıklar` kendilerinden çalınmış olan o en değerli şeyin, ideallerin ve yüzündeki geleceğin yokluğunu pek hissetmezler.
Unutulmuşluğun da derin acısını duymazlar.
Hissizlik, tepkisizlik, isteksizlik kolayca benimsenir burada.
Bir adı, bir öyküsü, bir serüveni olmayan kalabalıkların sindirilmeleri, korkutulmaları, figüranlığa razı olmaları `teslimiyetçi` bir hayatı içselleştirilmeleri gün gün daha da kolaylaşır.
İktidar tek belirleyicidir orada..
Mekan, zaman, olaylar ve karakterleriyle yanlış kurgulanmış bir roman gibidir bu ülke. Kurumlar ve aktörler gerçek rollerinin dışına kaçar sürekli.
`Makul çoğunluk` değil bu kalabalığın karşılığı.
İçimizden birileri kalabalığa ters koşup üzerine üzerine giderek `artık hayatlarınız çalınmasın, iradeniz iptal edilmesin, vicdanınız bir kere daha öldürülmesin` diye haykırarak onları bir büyük hipnozdan uyandırmaya çabalarsa elbette bunun bir bedeli vardır.
Ben yazarın mevcudiyetinin gereği olarak görürüm, toplumunun `huzurunu kaçırmayı.` Huzuru kaçmayan toplumların gerçek adı sadece kalabalıklardır. Onlar yalancı bir huzurla avutulurlar.
Yazar `huzur` kaçırmalı ki, arayış sürüp gitsin, insanın yüzünde parlasın idealleri.
İşte yazar Perihan Mağden`le huzur kaçırmaya dönük bir söyleşi…
* * *
Vicdani red bir insan hakkıdır, yazınız sonrasında Genelkurmay`ın talebiyle hakkınızda dava açıldı ve yargılandınız. Mahkemeye gidip gelirken yolunuza serilen tepkiler, atılan sloganlar size `yeni` şeyler öğretmiş olmalı…
12 Eylül öncesi üniversitede yaşadığımız şeylerin benzerini 2006 Türkiye`sinde yaşamak maziden düşen bir kabus gibiydi. Yoğunlaştırılmış olarak kendimin hedefte olduğu bir şey yaşadım. Siz vicdani reddi savunuyorsunuz, size `eroin tüccarı` deniliyor. Burası çok demagoji üzerini kurulu bir toplum. Yanlış Etiketleme Sanayi A.Ş. diye bir ifadem var. Bu ülkede herkesin dilinde şizofreni ve Yanlış Etiketleme hakim. Kafası hep karışık bir şizofrenle baş edebilir misiniz. Adam bana `PKK`lı`, `cariye`, `eroin tüccarı`, `Amerikan uşağı` dediğinde, küfrettiğinde ne diyebilirim ki. İnsanın içinden siniri bozulup sırıtmak geliyor… Mahkemede öyle şoke oldum ki hiçbir şey hissetmedim. Üzerine ışık tutulmuş tavşan gibiydim. İsmimi haykırdıklarında o isim benim değildi sanki. Kötü bir tiyatro temsilinin ortasına düşmüş gibiydim.
12 Eylül`den 2006 AB müzakere sürecine… Vitrin değişse de öz aynı mı?
Ben Türkiye ile ilgili bir tabir kullanıyorum; 1`in kare kökü 1`dir.
Mahkemede nasıl bir savunma yaptınız?
Yazdıklarım, yanlış bulduğum şeylerin eleştirisidir ve bu da yurt severliğin bir parçasıdır. Eğer bunun cezası olacaksa elim taşın altındadır, cezamı seve seve çekerim.
`Her Türk asker doğmaz` demek de bir yurtseverlik mi?
Evet… Nasıl ki bir insan balet, narenciye üreticisi, kaportacı, fizikçi, baraj mühendisi… olarak doğmazsa asker olarak da doğmaz. Ama Türkler için asker doğmak sanki `genetik` bir haslet… Bu normal bir şey değil. Bir ulus bunu istememeli, çünkü bu imkansız.
Militarizmin tavana vurduğu nokta mı burası?
Türkler aşırı militarist. Buna ben de dahilim. Normalleşmeye ihtiyacımız var.
Evet ama normalleşemiyoruz. Bu bir temenni mi?
Olabilir bir şey. Türklerin militaristlikten kurtulmaya herkesten daha fazla ihtiyacı var. Çünkü durdurulamayan bir savaş var.
Türkiye`de kurumlar, sosyal katmanlar arasında da iktidar savaşı var. Herkes ötekinin rolünü çalma çabasında. Yer, zaman, olaylar ve karakterleriyle yanlış kurgulanmış bir roman gibiyiz.. Kurumlar ve aktörler gerçek rollerinin dışına kaçıyor sık sık.. Gasp var, hayatları çalınıyor insanların. Savaş sadece cephede değil...
Statükonun efendileri, kendi güçlerinden hiçbir şekilde ödün vermek istemiyorlar. Türkiye`de güçlerin demokratik dağılımına ihtiyaç var. Hakiki bir demokrasi, belli mevkilerdeki insanların güçlerinden feragat etmelerine bağlı…
Gücünden feragat etmesi gerekenler sadece silahlı bürokrasi değil, siyasi ve sivil bürokrasi de aynı kulvarda…
Sivil bürokrasi için de aynı şey geçerli. Türkiye`de sivil bürokrasi terörü de var. Devletin her katmanında her işlem sırasında sindirilmişiz, terörize edilmişiz. Bunlar normal değil. Hiçbirimiz vatandaş değiliz. Bürokrasinin, statükonun, onun bunun kölesi-yiz. Bizim haklarımız, onların hakları nerede başlıyor, nerede bitiyor bunlar hep güç sahiplerinin lehine muğlak tutuluyor. Bizim hiç gücümüz, hakkımız yok. Türkiye`de vatandaşa verilen mesaj bu.
Bizim entelektüeller, yazarlar, toplum lehine bu kaygıları paylaşıyorlar mı?
80 öncesinde solcu olanlarda bir metal yorgunluğu var. Bezmişler, biz bu filmi çok gördük hissi var. Gençlerin politize olmaları gerekiyor. Bir çok muhalif hareket gerekli, ama çıkmıyor. 12 Eylül`ün eseridir bunlar. İnsanın telleri kesilmiş. Entelektüellik, politiklik, vicdan sahibi olmak, sorumluluk sahibi olmak kötülenmiş. İnsanlar korkup sinmişler. Çocuklarını da apolitik yetiştirmişler. 80`de yemişiz darbeyi. Bu kadar insan öldü, binlercesi hapiste süründü. Mesele şu; Yunanistan darbeyi yapanları hapse attı. Bizimki Marmaris`te resim yapıyor. Biz darbecileri yargılamadığımız sürece darbe travmasını atlatamayız. Yüzleşme anı var psikolojide, toplumsal travmalardan sonra da öyle.
Sistemle yüzleşmedik, ama siz Şemdinli`yi bir dönüm noktası, belki de bir yüzleşme anı olarak görenlerdensiniz…
Öyle görmek istedim. Sabah`ta dizi yaptım. Bu tarihi bir fırsat dedim. Susurluk`ta büyük bir toptu. Topun ayağa geldiği anlar vardır ya, kaleci de öbür köşededir, dokunsan gol olacak. Susurluk`ta, Şemdinli`de öyleydi, top ayağa gelmiş ve kale boştu. Türkiye`de birtakım şeyler değişmeden top ne kadar ayağa da gelse o gol atılmayacak, bunu anladım artık. Çünkü biz felç olmuşuz, o büyük fırsatlar inanılmaz derecede ayağımıza dolandı. Düşünsenize bir savcı görevinden alındı.
Cumhurbaşkanı Sezer sizi resepsiyona davet etmiş. Gittiğinizde Sedat Ergin, `Bak seni kiminle tanıştıracağım` diye birinin yanına götürmüş.
Çankaya`ya ilk ve son defa davet edildim. Neden davet edildim, sonra neden davet edilmedim bilemiyorum… Orada tanıştırıldım Yaşar Büyükanıt`la.
Paşayla ne konuştunuz orada?
Yaşar Bey mi, Sn. Büyükanıt mı, Paşam mı, ne dedim bilmiyorum. Beni yazılarımdan tanıyor olmalı, ateşli bir tartışmanın ortasına yuvarlandık. `Türklerin temel meselesi Askeriye`ye aşırı bağımlılık meselesidir. Yani tek tek bizler aşırı militaristiz. Azaltılması gereken hissiyat budur` dedim. O da `Sizinle bu mevzuu 24 saat tartışmak isterim` dedi.
`24 saat direnirim` demek mi bu?
Sizi o sürede ikna ederim demek her halde. Ne anlama geldiğini tam bilmek için Mesut Yılmaz olmak gerekiyor… Büyük harfle Askeriye Akseriye diyerek Askeriye`ye gönül vermemiş çok az köşe yazarı var Türkiye`de. Bağlılar…
Bağlılığı hiyerarşik anlamda mı kullanıyorsunuz?
Her anlamda kullanıyorum, psikolojik, hiyerarşik, sosyolojik...
Bir hukuk sistemi ki, savcı meslekten atılıyor, yazarlar düşüncelerinden dolayı yargılanıyorlar, üstelik düşmüş davalar üzerine yaptıkları yorumlardan, `yargıyı etkile-meye teşebbüsten` adliye koridorlarını aşındırıyorlar..
Başımıza bela yeni maddeler yaratıldı. `Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs` falan. Diyorlar ki; sen adil yargılamayı etkilemiyor olabilirsin, ama sen teşebbüs ediyorsun… Elbette ki ben bilmem kaç yıldır süren (Pınar Selek davasında olduğu gibi), demokratik hak ve hürriyetleri ilgilendiren bir dava üzerine görüşlerimi açıklayacağım. Bu benim görev tanımıma da giriyor.
Kara Kuvvetleri Komutanı`nın görüş açıklaması görev tanımına giriyor mu?
KKK, Şemdinli davasıyla ilgili, savcı iddianamede ismini geçirdiği diye `giderim kendi avukatım kendim olurum` şeklinde keskin beyanatlar verdi. 288`e girmesi gereken varsa o Büyükanıt`tır. Çünkü, Büyükanıt mı bu toplumda `adil yargılamayı etkileme` gücüne sahip, yoksa ben mi? Güçlerin orantısızlığı söz konusu. Bir yazarla ilgili sen onun bunun hakkının peşinde koşacağına kendi hakkının peşinde koşşana... Genelkurmay`ın suç duyurusunda bile 288`e girer. Çünkü Genelkurmay`ın Türkiye`de o kadar orantısız gücü var ki, her şeyin üstünde, adeta bir kadiri mutlak.. Genelkurmay bir yazar hakkında suç duyurusunda bulanacak da bir savcı o davayı açmayacak... Buna kim imkan görüyorsa, o naiftir, gerzektir.
Büyükanıt için, `Şemdinli davasını etkiledi. Peki o niye yargılanmıyor` diye sordunuz. Bunu sorarken Büyükanıt`ın yargılanabileceğine ihtimal verdiniz mi?
Türkiye`de öyle bir ihtimal yok. Geçiniz, Milli Savunma Bakanlığı`nın bütçesini denetleme yetkisi milletvekillerinde yok. Buyurun buradan yakın… Arada bir profesyonel ordudan söz açılır. Büyükanıt da %30 küçülteceğim buyurdu. Hükümetten birisi, `Bir karar alınması lazım` dedi. Hükümet, Askeriye`nin gücü karşısında o kadar işlevsiz ki, onlar da benim için Şemdinli kadar büyük bir düş kırıklığıdır. AKP`den bu kadar güçsüz bir performans beklemi-yordum. Askeriye`nin umurunda değil hükümet. Askeriye kadiri mutlak pozisyonunu her hafta ispatlıyor bu ülkede.
Bu zeminde, bu ilişkiler ağında, bu aktörler içinde, bu hukuk sisteminde gerçek yazarlık ne kadar mümkün?
Çok zor. Her tür düşünce hürriyetini engelleyici bir toplumdan söz ediyoruz burada. AB dayatıyor olsa da Türkiye çok açık göz, adamı suya götürür susuz getirir ya… AB uyum yasaları diye yaptığı düzenlemeler arasına düşünce hürriyetini kısıtlamak temel göreviymiş gibi `mayın maddeler` sıkıştırıyor. Bekliyor ki AB de çakmaz. Ama çakıyorlar. Birbiri ardına davalar açılıyor. Bu ülkede yazar olmak nasıl hoş bir şey olabilir ki..
Yazılarınızda muziplik ve gerginlik iç içe. Okurken üsluptan mı, konudan ama insan geriliyor...
Çabuk yazarım ve yazarken gerilmem. Ama ben hep gerginim, o yansıyor olabilir. İnsanları germeyen bir sürü yazar var Türkiye`de. Tavsiyem benim yazılarımı okumasınlar.
Bence yazarın işlevlerinden birisi toplumun huzurunu kaçırmak olmalı. Çünkü küçük ve boş şeylerle avunan toplumlar yalancı bir huzurla uyuşmuş durumdalar.
Doğru… Kolay değildir toplumun huzurunu kaçırmak.
Arızalı değilim ama arıza var
Kendinde az da olsa `arıza` hissetmeyen birisi toplumun huzurunu kaçırabilir mi?
Kendimde arıza hissetmiyorum, ama toplumda arıza var ve bunu üzerimde hissediyorum. Komşumla kavga etmiyorum. Genelkurmay`la kavga etmek bence bu ülkede gerekli bir şey.
`Arızaya` da pozitif anlam yüklüyorum…
Havaalanında gördüm, çok ünlü bir kadın gazeteci havaalanındaki temizlikçi kadın tuvalette sigara içti diye onunla öyle kavga ediyor ki, kinle bağırıp çağırıyor, terörize ediyor, yukarıdan bakıyor… Güçlü olana yaltaklanıp güçsüz olanı eziyor Türkler. Sınıfsal bir kaygım olmadı kavga ederken. Bakkalımla, otopark bekçisiyle kavga etmedim. Ama bir savcının görevinden alınması beni çok sinirlendirebiliyor.
Gelişmemiş toplumlarda davranışları belirleyen ilkelerden önce güç gelir…
Ertuğrul Özkök kalktı `biat toplumu`, `dinci basın` şunu dedi bunu dedi diye yazdı. Ya dinime küfreden bari Müslüman olsa. Sen `biat toplumu`nun baş ideologusun. Senden daha fazla `biat` ideolojisine abone olmuş, onu yayan ve vaizliğini yapan bir adam yokken bunu yazabiliyorsun. Türklerin güçle ilişkisini son derece korkunç buluyorum. Herhalde bu ilkokulla başlıyor, Askeriye`de pekiştiriliyor. Alacak, 18 yaşındaki çocuğun ruhunu kıracak. `Kürtlere diş fırçalamayı, okuma yazmayı askerde öğrettik` diyecek. Yapma, MEB`in işini sen niye üstüne alıyorsun?
`İçimdeki şiddeti kontrol etmek için evimden çıkmadığım zamanlar da olmuyor` cümlesi sizin…
Tuvaletçi kadına bağıran burjuva kadınına çok büyük kin duyabiliyorum. Bana ne diyemiyorum. Çok eskiden, otobüsle gelip giderken bir adamın elle tacizine uğradım, çok korktum, sindim, sesim çıkmadı. Otobüsten inince düşündüm; `Sen onun bunun hakkının peşinde koşacağına kendi hakkının peşinde koşsana.`
Korkunuz var mı, hedef gösterildiğinizi düşündüğünüz oluyor mu?
Hayır, ama duruşmama Danıştay saldırısına karışanlardan birinin gelmesi tesadüfi olamaz. Adam, `ben terör uzmanıyım, Ortadoğu üzerine yazıyorum` diyor. Ben Filistin veya İsrail`le ilgili bir konuda yargılanmıyorum ki…
Büyükanıt`ın Genelkurmay başkanı olmasının size verdiği bir mesaj var mı?
Ben `kodum mu oturturum` diyen bir Genelkurmay Başkanı istiyordum, kavuştum…14.08.2006

ÖZGÜRLÜKLER..........Hüsnü Öndül

Tecrit ve diyalog

Bu sütunlarda, 2001’den bu yana çok yazıldı, tecride dair. Son altı aydır da çok değerli meslektaşım, devrimci bir avukat olan Behiç Aşçı’nın eylemi vesilesiyle her hafta duyuru yayımlandı.
Bugün de duyuracağız. Nedeni var.
Ünlü düşünür Michel Foucault, mahpusun konuşmasının önemine değinir çoğu kez. Dünyanın her yerinde cezaevleri insanların ilgisini çeker. Duvarların ardında ne olduğunu merak eder insanlar. Bu da doğaldır. Duvar varsa, insan doğasına aykırı bu yapıların ardında ne olduğunu merak eder insan. Buna karşılık politik ve bürokratik kadrolar, dünyanın her yerinde cezaevleri hakkında konuşulmasını, yazılmasını pek istemezler. O nedenle genellikle koyu bir sansür vardır, cezaevleri sorunları konusunda. En çok da mahpusun yazması, yazdıklarının kamuoyuna ulaşması ve mahpusun konuşması engellenmek istenir.
Demokrasinin, katılımcılık, açıklık, çoğulculuk ilkesinin cezaevleri konusunda ne kadar geçerli olduğu da merak edilir. Politik ve bürokratik kadrolar, eğer demokrasiyi içselleştirmemişse, kendince mekansal düzenlemeler yapmak ve kendince muamele etmek ister mahpusa. Oysa, asgari/minimum standartlar da oluşmuştur. Asgari standartların altında/aşağısında bir muamele yapılamaz mahpusa.
Demokrasiyi ve hukukun üstünlüğü ilkesini özümsememiş ülkelerde, örneğin infaz hakimliği diye mahpusa hukuksal garantiler sunan bir fikir mi var, bu fikir kabul edilmiş gibi tutumlar takınılır. Uygulama mahpusun aleyhine işler. Kurumsal olarak eksiklik yoktur ama bu kurum formeldir. Örneğin cezaevlerinin sivil denetime tabi tutulması iyi bir fikirdir. Bu da benimsenir gibi bir tutum takınılır ama, öyle bir yasa hazırlanır ve öyle işletilir ki, değişen hiçbir şey yoktur. Formel olarak bu konudaki standartlara uyum gösterilmiştir. Örneğin, oda mahpus için gecelemesini geçireceği özel bir mekan olması bakımından bir haktır. Ama, diğer örneklerdeki gibi, zihni kültür açısından, özü itibariyle oda bir cezalandırma aracı olarak düşünülür ve yapılandırılır.
Hukukun üstünlüğü ilkesini hatırlatanlara verilen cevap da aynıdır: “Bakın infaz yargıçlığı ile mahpusa yargıç güvencesi sağlanmış; sivil denetimle açıklık ilkesine uygunluk getirilmiş, insan onurunun korunması için de Batı’da olduğu gibi mahpuslara oda tahsis edilmiştir.”
Bu tür yaklaşım sahiplerine göre sorun yoktur.
Oysa sorun vardır.
En başta yukarda bahsedilen konuları konuşabilme sorunu vardır. Buna diyalog sorunu diyoruz. Durumu isterseniz Samuel Beckett’in “Godot’yu Beklerken” adlı oyunundaki iletişimsizlik sorunu olarak da nitelendirebilirsiniz.
Diyaloğ. Adalet bakanlığı ile demokratik kamuoyu arasında diyalog!
Diyalog.
Mahpuslarla Adalet Bakanlığı arasında diyalog!
F tipi cezaevlerindeki tecrit sorunu, devlet organları ile konuşulabildiği ölçüde çözümü sağlanabilecek bir konudur. Yokmuş gibi davranarak sorun çözülemez.
Diyalog için iyi niyete ve çabalara ihtiyaç var.


Serpil YILMAZ [ Milliyet ]
Toprağın hakkını savunanlar geliyor


Yerli ve yabancı sermayenin yeni yatırım tercihlerinde öne çıkan gayrimenkul sektörü, hukuk alanını da uluslararası `kıstaslar`a açıyor ki, bu gelişim, vurgunun en yaygın alanında gerçek bir dönüşümün ne kadar zorunlu hale geldiğini ortaya koymaya yarayacak.
Dünyanın 120 büyük şehrinde üyeliği bulunan Uluslararası Avukatlar Birliği`nin (Interlaw) İstanbul`daki üyesi Yamaner Hukuk Bürosu`nun Yönetim Kurulu Başkanı Cihan Yamaner, Türkiye`de ilk kez gayrimenkul alanında yapılacak olan `gayrimenkul hukuku zirvesi`nin ev sahipliğini üstleniyor.
12 Kasım`da yapılacak olan `Doğrudan Yabancı Yatırımcılar için Gayrimenkul Sektörü Sempozyumu` Türkiye potansiyelinin masaya yatırılacağı buluşmaya zemin hazırlıyor.
Yamaner, `Hukuki altyapı iyi hazırlanmadan imzalanan gayrimenkul protokolleri yeni sorunlara işaret ediyor. Örneğin, yatırımcılar alışveriş merkezlerine yönelirken, arsa sahipleri bu merkezlerde konut projesi de istiyorlar. Dolayısıyla farklı hukuki sorumlulukları olan ticari ve konut alanlarının haklarının ayrıştırılmasında güçlükler ortaya çıkıyor` diyor.
Yamaner, `Herkes bir Akmerkez sahibi olmak istiyor` diyerek, alışveriş sektörünün simgesi haline gelen Etiler`deki kompleksin yatırımcılar için `çekim` alanı yarattığını da vurguluyor.
`Hukuktan kaçamazsın`
Kendisine hatırlattığım; Amerikan siyasetinin ilgi odağı haline bile gelen Bursa`daki Cargill fabrikasının yapılması için, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz`ın `olur`u ile kapatılan tarla, Taksim`de yarısı yıkılan Park Otel, belediyenin belirsiz Dubai Towers girişimi, AKP Van Milletvekili Vahit Kiler`in yerin 9 kat altına inme hinliği gösterdiği alışveriş merkezi, Suudi Kralı`na adanan Sevda Tepesi vs.
Yamaner, bir hukukçu olarak, `Minareye göre kılıf uyduramazsın, kılıfa göre minare yapmak zorundasın` diyor. Ne var ki Türkiye`deki yapılaşmanın Yamaner`in iddiasını doğrulamadığını görmek için Boğaz`daki yapılaşmaya göz atmak yeterli olabilir. Acaba hangi merci elini taşın altına sokup da, `Yapamazsın kardeşim!` diyor. Hukuk `rant ekonomisi`nin oyuncağı haline getiriliyor.
GAP`a ilgi artıyor
Almanya, Büyük Britanya ve Hollanda`dan uzmanların katılacağı, Interlaw Avrupa Orta ve Doğu Afrika Gayrimenkul Sektörü Özel Çalışma Grubu`nun (EMARE) İstanbul`daki toplantısının Türkiye`de gayrimenkul yatırımları için yerli ve yabancı yatırımcılar ile finansçılar, inşaat firmaları, emlakçiler ve hukukçuları bir araya getireceğini söyleyen Yamaner yeni odaklanılan alanlar hakkında da bilgi veriyor:
`Gayrimenkul sektörü, enflasyon ve faiz oranlarının düşürülmesiyle ve konut finansmanında gerçekleşen büyümeyle gelişiyor. Sanayi ve altyapı projelerinin yanı sıra, ticari mülkleri, konut projeleri, ofis alanları, hafif endüstri alanları, alışveriş merkezleri, kongre otelleri yatırımları için İstanbul popüler durumda. Türkiye`nin güneyinde turizm, Güneydoğu`sunda (GAP) ise tarım yatırımlarına ilgi duyuluyor.`
Hemen belirtelim ki, yabancılar sağlam adım atmaya başladılar. Önce yabancı emlakçiler geldiler, şimdi de bunlar gayrimenkul danışmanlığı veren hukuk bürolarını açıyorlar.

Anayasa ve toplumun özgürleşmesi
Mustafa ERDOĞAN
merdogan@stargazete.com

Anayasa’da bugüne kadar -1995 ve 2001 yıllarındakiler hariç tutulursa- küçük çaplı birçok değişiklik yapıldı. Milletvekili seçilme yaşını 25’e düşüren en son değişiklik de öyle. Anayasa’da ara ara bu türden ufaktefek değişiklikler yapmak, son yılların tuhaf bir alışkanlığı.

Başta anayasa olmak üzere pozitif hukuku iyi yönde değiştirmek elbette takdire değer. Ne var ki, ancak somut ihtiyaçlar -ki başlıcası, AB’ye uyum ihtiyacıdır- bastırdıkça yapılan ve sistemli bir çabanın ürünü olmayan böylesi değişikliklerin Türkiye’nin özgürleşmesi davasına hatırı sayılır düzeyde katkı yapması kolay değil. Bu meselede daha doğru olan, Anayasa’nın tutarlı bir siyasi felsefenin ışığında ve bir defada kapsamlı bir değişikliğe uğratılmasıdır.

Böyle yapılmadığı için, bugünkü haliyle Anayasa iç tutarlılığı olmayan bir metin durumundadır. Öyle ki, halihazırdaki Anayasa insan hakları, hukuk devleti ve demokratikleşme perspektifiyle uyumlu hükümler yanında otoriteryen hükümler de taşımaktadır. Bu durum, daha özgür ve medeni bir toplum tasavvuruna sahip olanların Anayasa’ya atıfta bulunmalarını işlevsizleştirebiliyor.

Çünkü, Anayasa’nın bu ikili yapısı otoriteryenizm yanlılarının da yine onun kendi anlayışlarına uygun düşen öbür hükümlerine dayanabilmelerine imkan veriyor. Böyle bir ‘referanslar çatışması’ durumunda otoriteryen tezin ağır basacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Hem cari sistemin bütün ‘reformlar’a rağmen esasta değişmemiş olan güç ilişkileri yapısından, hem de sistemin meşruluğunun asıl dayanağının resmi ideoloji olmasından dolayı ne yazık ki bu böyle.

Otoriteryen hükümler

Onun için, yapılacak kapsamlı bir anayasa değişikliğinin, başta en otoriter kısmı olan ‘Başlangıç’ı başta olmak üzere, Anayasa’daki bütün otoriteryen unsurları tasfiye etmesi zorunludur. Bu ‘tasfiye’ işlemi, bazı durumlarda otoriteryen hükümlerin toptan kaldırılması, başka bazı durumlarda da otoriteryen yanları olan bazı normların özgürlükçü doğrultuda yeniden formüle edilmesi yoluyla gerçekleştirilebilir. Birinci gruba giren hükümlere Anayasa’nın 118., 125/2., 136., 156., 157. ve. 174. maddelerini örnek verebiliriz. Daha kabarık olan ikinci gruba giren hükümlerin en önemlileri ise şunlar: m. 2, m. 14, m. 24, m. 27, m. 42, m. 68, m. 69, m. 117, m. 130, 135, m. 144, m. 145, m. 159.

Toplumun özgürleşmesi davası

Ne var ki, Anayasa’nın yeni baştan yapılmasını gerektiren böyle kapsamlı bir girişim bile özgürlüğü garanti etmeye yetmez. Anlatmak istediğim, tek başına legalist bir yaklaşımla toplumun özgürleşmesi davasının başarılamayacağıdır. Bunu bir hukukçunun söylemesi garip gelebilirse de, eğer ‘hukukçu’dan genellikle yapıldığı gibi ‘hukuk teknisyeni’ni anlamazsanız garip olan bir şey kalmaz.

Kısaca, anayasa bir özgürlük abidesi olsa bile, toplumdaki güç ilişkileri ondan yana değilse, toplum özgürleşemez. Şöyle de diyebiliriz: Özgürleşmek yasalarla olduğundan çok, toplumun özgürleşme iradesiyle başarılabilecek bir iştir. Bu iradenin zayıf olduğu yerde yasalar toplum için bir cendereye dönüşebilir. Türkiye’de kısmen olduğu gibi.


Kafalar karmakarışık
Rasim Özdenören
rozdenoren@yenisafak.com.tr


Son bir hafta boyunca bu ülkede devletin en tepesindeki şahıstan ordunun en tepesindeki şahsa, oradan yazarlara, oradan TV'de fikir dermeyan eden sokaktaki vatandaşa kadar herkesin müthiş bir kafa karışıklığı yaşadığı net biçimde ortaya çıktı.

Gazetelerin köşelerinde, radyo mikrofonlarında, TV ekranlarında, velhasıl insanlara konuşma ortamı açan her platformda kendine konuşma şansı tanınan herkesin kafasından ayrı bir ses, ayrı bir görüş ortaya çıktı.

Ancak bu ayrı mülâhazalar, ayrı görüşler fikir zenginliğinin ifadesi olarak tezahür etmedi. Bilakis, bu görüşler, kafa karışıklığını ortaya koyan bir tabloyu yansıtıyor.

Fransa Millet Meclisi'nin aldığı “Ermeni soykırımının inkârını cezalandıran” Meclis kararı ile Orhan Pamuk'a Nobel Ödülü'nün verilmesi olayı etrafında gelişen tartışmalar, bu ülkede yaşayan insanların ne kadar dağınık bir kafa yapısına sahip olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Bu arada Millî Eğitim Bakanlığı'nca hazırlanan ve bakanlığın özel okullardan hizmet satın almasına imkân veren 'Özel Öğretim Kurumları Kanun Tasarısı'nın 12. maddesi Cumhurbaşkanı'nın vetosuna maruz kaldı. Ancak bu vetoyu kullanırken Cumhurbaşkanı'nın “hukuk dışı varsayımları gerekçe olarak gösterdiği” öne sürüldü (Yakup Bulut'un haberi, Yeni Şafak, s. 15, 14.10.2006). Ben, burada, veto gerekçesinin yerinde olup olmadığı konusuyla ilgilenmiyorum. Ben, bu konu dolayımında farklı bir soru ortaya koymak istiyorum: Türkiye'de gerçek anlamıyla bir özel okul statüsü var mıdır? Ben, bu soruya cevap istiyorum. Gene bu olay dolayımından geçerek Türkiye'de gerçek anlamıyla özel okul olmadığı, fakat özel kişiler marifetiyle işletilen devlet okulları bulunduğu hususundaki kanaatimi tekrarlamak istiyorum.

Cumhurbaşkanı'ndan Nobel Ödülünü kazanan yazara, bir kutlama gelmediği belirtilmektedir (en azından bu satırların yazıldığı saate kadar). Cumhurbaşkanı, bu konuda, bir yazarın kişisel görüşlerine karşı olan tavrını o yazarın uluslararası itibar gören bir ödülü alması olayı ile aynı düzleme koymuştur. Oysa bu iki durum farklı açılardan değerlendirilebilirdi.

İmdi, asıl hengâme bu son konuda, bir Türk yazarının aldığı bir ödül dolayımında koptu. Bu olay çevresinde gerçekleştirilen tartışmalar, dünyada milliyetçiliğin yeniden yükselmekte olduğu iddiasından başlayarak küreselleşmeye, oradan BOP'a kadar akla gelmedik alanlara kaydı, kaydırıldı.

Böylece bir kez daha görülen manzara şu oldu: Türkiye'de, milliyetçilik olsun, halkçılık, laiklik, devletçilik, cumhuriyet kavramları olsun hâlâ tartışmalı konular arasında yer alıyor. Bu durumun temel nedeni, bütün bu kavramların, siyasal, toplumsal ve hukuk alanlarına tarihsel seyir içinde oluşarak değil, fakat jakoben usulle tepeden inmeci yöntemle eklemlenmek istenmesinde aranmalıdır. Bu kavramlar, bu ülkenin hukuk alanına siyasal, toplumsal, iktisadî vetirenin oluşturduğu tarihsel bir vaka olarak dahil olup onların üstünde bir mutabakat sağlanmadı, bilakis ideolojik nedenle ve tepeden inmeci yöntemle yerleştirilmek istendi. İşte tam da bu nedenle tartışmalar reel bir zeminde değil, fakat ideolojik bir mihrakta cereyan ediyor. Kakofoni de bu platformdan yükseliyor.

Halihazırda yaşanan eğitimdeki düzensizlik, kalitesizlik ve keşmekeşten, kız öğrencilerin giyim kuşamına, oradan uluslar arası bir ödül konusuna kadar yaşanan bir dizi reel bir zeminden mahrum tartışmanın kaynağında işbu tepeden inmeciliğin sonuçları yaşanmaktadır. Üstelik özeleştiri yapma hususundaki kısıtlamalar sürdüğünden, bu konular üzerinde kafalarda berraklığın oluşması da mümkün olmamaktadır.


1 Ocak-21 Haziran 2006 tarihleri arasında gayrimenkul veya iştirak hissesi satan kurumlara vergi
HUKUKA GÖRE / Dr. A. Bumin Doğrusöz

abumin@e-kolay.net

Kurumlara tanınan ve 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun (eski kanun) 8/12. maddesinde düzenlenen "gayrimenkul ve iştirak hissesi satış kazancı" istisnası, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun (yeni kanun) 5/1-e maddesine aktarılarak varlığını sürdürmüştür. Ancak söz konusu istisna, yeni kanuna aktarılırken bazı değişikliklere uğramıştır. İki kanun arasındaki düzenleme farklılıklarını, daha önce kısaca yazmıştık. Konumuza geçmeden önce, iki istisnayı kısaca karşılaştıralım.

- Tam-dar ayırımı yapılmasızın bütün mükellefler için öngörülen bu istisna yeni kanuna alınırken, kapsamı genişletilmiştir. Eski kanun zamanında bu istisnadan sadece taşınmaz ve iştirak hissesi satışlarından elde edilen kazançlar yararlanırken; yeni kanunda kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan haklarının satışından elde edilen kazançlarda istisna kapsamına alınmıştır.

? Satış kazancı istisnasından yararlanma, önceki kanunda kazancın sermayeye eklenmesi koşuluna bağlı iken, bu defa sermayeye ekleme koşulu kaldırılmıştır. Yeni kanuna göre istisnadan yararlanabilmek için, kazancın istisnadan yararlanan kısmının pasifte özel bir fona alınması ve satışı izleyen beş yıl bu fonda tutulması gerekmektedir.

? Eski kanun zamanında istisnadan yararlanan kazancın 5 yıllık süre ile sermaye veya -dar mükellef veya sermaye şirketi dışındaki kurumlar da- özel fon dışına çıkartılması yasağına birleşme, devir ve bölünme halleri istisna teşkil etmekteydi. Ancak yeni kanunda, birleşme haline (birleşme tasfiye hükmünde kabul edildiğinden) bu yasağın istisnaları arasında yer verilmemiştir.

? Yeni kanunda istisnadan yararlanacak kazanç tutarı, bu satıştan elde edilen kazancın yüzde 75'i ile sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmanın gerekçesi ise, düzenleme gerekçesinde de yoktur.

- Bu istisna satışın yapıldığı yıl uygulanacaktır. Bu nedenle satışın yapıldığı ve dolayısıyla istisnadan yararlanılacak olan hesap dönemine ait kurumlar vergisi beyannamesinin verileceği tarihe kadar söz konusu satış kazancının yüzde 75'inin özel bir fon hesabına alınması gerekmektedir. Vadeli satışlarda satış bedelinin, satışın yapıldığı yılı izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar tahsil edilmesi şarttır. Bu süre içinde satış bedelinin tahsil edilememesi halinde, tahsil edilemeyen satış bedeline isabet eden istisna nedeniyle zamanında tahakkuk ettirilemeyen vergiler, ziyaa uğramış sayılacak ve vergi, ceza ve faizi ile birlikte aranacaktır.

önceki yazımızda, kanunun genel yürürlüğe girişine göre, 2006 uygulamasına ilişkin bazı görüşler ileri sürmüştük. Ancak kanunu daha detaylı tetkik edince, 2006 yılı uygulamasında bazı sorunlar olduğunu gördük. Biz de konuyu tekrar ele alalım istedik.

5422 sayılı eski kanun ve dolayısıyla irdeleme konumuzu oluşturan 8/12. maddesi 21 Haziran 2006 tarihine kadar yürürlükte iken, aynı gün Resmi Gazete'de yayımlanan 5520 sayılı yeni kanunla, 1.1.2006 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlükten kaldırılmıştır.

Yeni kanunun bu istisnanın yeni şeklinin yer aldığı 5/1-e maddesi ise kanunun 37/a maddesine göre kanunun yayım tarihinde, yani 21 Haziran 2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Dolayısıyla mevzuatımızda 1 Ocak 2006 tarihi ile 21 Haziran 2006 tarihleri arasında, gayrimenkul veya iştirak hissesi satış kazancına yönelik her hangi bir istisna yoktur. Bu nedenle bu tarihler arasında kurumların yaptıkları gayrimenkul veya iştirak hissesi satışlarından elde ettikleri kazançları, kurumlar vergisinden istisna olmayıp, genel rejimde kurumlar vergisine tabi olmak durumundadır.

Bu durum, eski kanunun yürürlükten kaldırılma tarihi ile yeni istisnanın yürürlüğe giriş tarihi arasında fark yaratılmasından, bu tarihler arasında bir boşluk bırakılmasından kaynaklanmıştır.

Ancak ulaşılan sonuç, kanuna uygunsa da, hukuka aykırıdır. Çünkü 1 Ocak 2006 tarihi ile 21 Haziran 2006 tarihleri arasında, gayrimenkul veya iştirak hissesi satışı yapan kurumlar, o günkü kanuna bakarak ve güvenerek işlem yapmışlar ve kazanç elde etmişlerdir.

5520 sayılı kkanun, hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkelerini, sadece bu konuda değil, pek çok konuda yok ederek, 5422 sayılı kanunu geçmişe etkili olarak yürürlükten kaldırmıştır.

Bu şekilde yürürlük sorunu, başka konularda da vardır. Örneğin, daha önce de yazdığımız gibi, 2006 yılında örtülü kazanç dağıtan kurumlara uygulanacak hüküm, mevzuatımızda yoktur. Kurumların 1.1.2006-21.6.2006 tarihleri arasındaki borçlanmalarının örtülü sermaye faizi hükümleri karşısındaki konumu belirsizdir. Bu sorun veya sıkıntı da, yine yürürlük sorunundan kaynaklanmıştır.

Sorunun kökeni aslında, yıl ortasında yasa yapıp, hemen yürürlüğe konulmasından kaynaklanmaktadır. Vergi yasalarında yürürlüğe giriş tarihlerinin, hep yılbaşları olarak kararlaştırılması halinde, bu tür sorunlar yaşanmaz. 5520 sayılı kanunun tümüyle yürürlüğe giriş tarihi 1.1.2007 olarak saptansaydı ve 5422 sayılı kanunda bu tarih itibariyle yürürlükten kaldırılsa idi, bu sorunların hiçbirisi yaşanmazdı. Bu arada gerekli Bakanlar Kurulu kararları, genel tebliğler de yürürlüğe konulurdu ve yeni kanunun uygulamasına başarı ile geçilirdi. Şimdi ne olmuştur? Bakanlar Kurulu kararları olmadığı için bazı hükümler uygulanamamaktadır. Kanun çıkmasından bu yana yaklaşık 4 ay geçmesine rağmen bir uygulama genel tebliği dahi çıkartılamamıştır. Stopaj oranları belirlenememiş ve ancak eski kanun zamanındaki kararnameye göre uygulanabilir durumda kalmıştır.

Şimdi her şeyden önce bir yasa değişikliği ile değindiğimiz haksızlığın giderilmesi, hukuk devletinin hukuki güven ilkesinin yaşama geçirilmesi şarttır.

Unutulmamalıdır ki, mükellef haklarına saygı bildirge ile değil, hukuk devletinin ilkelerini yaşama geçirmekle olur.

Geçen yazımızı bitirdiğimiz son paragrafı, burada da yazabiliriz.

Maliye Bakanlığı, yeni kanuna ilişkin olarak bir genel tebliğ hazırlamaktadır. Her zaman olduğu gibi, kanun, genel tebliğle düzeltilirse hiç şaşmayın. Ancak genel tebliğle düzeltme, yine her zaman olduğu gibi, ileride birilerinin kurumlara rapor yazmasına engel olamayacaktır.

İstisnanın bu yeni düzenlemesi, kanunun genel uygulamaya geçiş tarihi 1.1.2006 olarak belirlenmesine karşılık, kanunun yayım tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun yürürlüğe girişi ifade eden 37/1-a maddesi de bu konuda ayrı belirsizlikler yaratmıştır. Burada iki görüş ileri sürülebilir. İstisnalardan dönem sonu itibariyle yararlanıldığı veya iradenin bu tarih itibariyle ortaya çıkması sebebiyle, 1.1.2006 tarihinden bu yana taşınmaz veya iştirak hissesi satışlarından sağlanan kazançların tamamının ancak yeni kanunla öngörülen koşullarla (fon ayırma, yüzde 75'i yararlandırma vb.) istisnadan yararlanabileceği, ancak istisna kapsamına yeni alınan kurucu ve intifa senetleri veya rüçhan hakkı gibi değerlerin satışında ise istisnadan ancak satışın kanunun yayım tarihinden sonra yapılması koşulu ile yararlanılabileceği söylenebilir. Buna karşılık, taşınmaz veya iştirak hissesi satışlarından sağlanan kazançların, satışın kanunun yayım tarihinden önce yapıldığı hallerde, eski kanuna (yüzde 100 oranında sermaye ekleme koşulu ile) göre vergiden istisna edileceği de savunulabilir. Yürürlüğe giriş maddesinin bu konuda daha açık yazılmaması karşısında, Maliye Bakanlığı hangi görüşü benimsediğini herhalde açıklayacaktır.


İlk sorulması gereken soru

Süheyl Batum (19.10.2006)
[Vatan ]

Fransız Millet Meclisi’nde “Ermeni soykırımını reddetmeye hatta tartışmaya yasak getiren” yasa teklifi kabul edildiği günden beri, sadece bu yasayı konuşur ve tartışır olduk. Son derece doğal. Çünkü bir kere, yasa son derece haksız bir yasa. Ama sadece bu da değil, aynı zamanda üyesi olacağımızı zannettiğimiz AB’nin en önemli ülkelerinden biri olan Fransa’da, “Meclis görüşmeleri sırasında kullanılan ifadeler” ve özellikle milletvekillerinin “inanılmaz hasmane tavrı” hepimizi şoke etti. Daha önceleri, (hem 1998’de hem de 2001’de) gözlerimizin içine baka baka, “Türkiye’yi ne kadar sevdiklerine, AB üyesi olmasını ne kadar çok istediklerine, bu nedenle tarihiyle yüzleşmesini sağlamaya çalıştıklarına” bizleri inandırmaya çalışırlardı. Aynen Cumhurbaşkanı Chirac’ın bugün de yaptığı gibi. Evet hiç kuşkusuz bu da son derece samimiyetsiz bir tavırdı. Ancak şimdi bunun da ötesinde, “son derece farklı ve son derece hasmane tavır” tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı.

Evet hiç kuşkusuz, bu karardan sonra, tartışılacak çok konu var. “Meclis’te kabul edilen bu teklif gerçekten yasalaşır mı”dan tutun, “şimdi nasıl tepki gösterebiliriz”e kadar birçok konu. Hatta “tepkimiz olmalı mı”dan, “yasalaştığı zaman bir şey yapabilir miyiz”e ya da “hukuksal bir tepki olanağı var mıdır”a kadar, birçok soru sorulabilir ve bunlar tartışılabilir.

Ancak bence tümünü bir yana bırakıp, ilk önce kendi kendimize “bu noktaya nasıl geldik” sorusunu sormalıyız. Evet bilmeliyiz, “ne oldu da” ya da “ne hata yaptık da” buraya geldik? Bugüne kadar “hiçbir ulus, hiçbir topluluk”, bu tür bir aşağılama ile karşı karşıya kalmamışken biz nasıl ve neden karşılaştık? Nasıl oldu da, “Almanlar soykırım yaptı” diyebilmek için Nürnberg Mahkemesi, diğer katliam ve soykırımlar için yine “uluslararası yargı organlarının kararları” hatta daha

10 yıl önce Bosna Hersek’te katliam yapan Sırbistan için bile yine mahkeme kararı gerekliyken, “Ermeni iddiaları” için tüm bu “hukuksal zorunluluklar” altüst edilebildi. Ne oldu da, dünyadaki saygın tarihçilerin büyük çoğunluğu, “soykırım yok” derken, biz gazetecilerin, romancıların, en sonda da “politikacıların havaya kalkan parmakları” ile “soykırımcı” olarak suçlanabildik?

Her şeyden önce bu soruya “soykırım yaptığımıza inanıyorlar da ondan” diye cevap vermek çok zor. Böyle bir “muamele” gerçekten de soykırım yapmış olan uluslara karşı bile yapılabildi mi? İspanyollara, Portekizlilere, Amerikalılara, Fransızlara yapıldı mı? Aynı şekilde “Fransa’da Ermeni lobisi çok güçlü ondan” diye cevap vermek de mümkün değil. Aksi kendimizi kandırmak olur. Çünkü Ermeni lobisinin o denli güçlü olmadığı diğer bazı ülkelerde de kabul edildi buna benzer yasalar. O halde gerçek neden ne? Bunun cevabını verebilirsek, bundan sonra bu durumdaki tek “ulus” olmayacağımız açık.

Basinda Yargi Haberleri...

Canım Babam Hasan ÖZDERİN in Aziz Hatırasına,

( 13 Aralık 2004 – Söz Eylemini Yitirdi...)

Derleme : Metin OZDERIN

OZDERIN,M.

msn: ozderin@hotmail.com